Unutulacaklar ve unutulmayacaklar

Türkiye’nin kimler tarafından ne tarafa doğru evrildiğini (belki “devrildiğini” demek daha doğru olabilir) çoklarının anlamamakta ayak dirediği cumhuriyetinin başbakanı, her zamanki gibi kaşlarını çatarak, hemen kavgaya girişecekmişçesine kollarını kabartarak, biraz da sinek kovalarcasına, bir şeyden iğrenircesine ve kesip atarak inkâr etti: “Yok böyle bir şey! Olsa ben bilirdim!”

Bu ifadeden kısa bir süre sonra, yıllardır ülkemizin başına musallat olan NATO’nun omzu kalabalık askeri, omzundaki yıldızları biraz daha kasarak, herkesi teskin etti: “Tetik bizim elimizde.”

Şimdi hiç kimse, bu olay çoktan aktüalitesini yitirdi diye itiraz etmesin lütfen. Etmesin, çünkü, her gün hızla çevrilmiş bir filmin kareleri arasında şaşkın dolaşıp duruyoruz. Bir gün önceki olaya bakalım derken, önümüze atılan yeni bir “aktüalite” peşinde koşmaya başlıyoruz. Belleğimizi iğdiş ederek yerine bir balık hafızası yerleştirmeye çalışıyorlar.

Aslına bakılırsa “aktüalitesi geçen” bir şey yok. Aynı hedefler, aynı hesaplar etrafında oynanan aynı oyun tekrarlayıp duruyor... Başlıklar farklıymış gibi... Oyuncular başkaymış gibi... Sadece gibi...

Dönelim şu başbakanla omzu kalabalık askerin dediklerine:

Biri ülkemize yerleştirilecek füzelerden haberi olmadığını söyledi. Kimileri, yalan söylediğinden şüphelendi. Ben, ender de olsa RTE’nın samimiyetle konuşmuş olduğu kanısındayım.

Diğeri de tetiğin onlarda olduğunu dünyaya ilan etti. Hiçbir şeyi gizleme gereksinimi duymadan, olayı hiçbir diplomatik kavram karmaşasına vurmadan, laf salatası yapmadan... Askerin ağzından çıkan üç sözcükten oluşan cümleciği biraz açalım: “Biz bağımsız cumhuriyet falan tanımayız. İstediğimiz yere, istediğimiz ülkeye karşı silahlarımızı yerleştiririz. Tetik de bizim elimizdedir. İstediğimiz zaman çekeriz!” Bundan daha açık bir ifade olabilir mi?

Böylece bir şeyi daha açıklıkla ilan etmiş oldu: “Tetiği sadece biz çekeriz. Bizden başka kimse çekemez. Eğer bir yerde çekilmiş bir tetik varsa, bilin ki, onu da biz çekmişizdir!” Ve böylece, yüzyılımızı allak bullak eden kışkırtıların, terör olaylarının, savaşlar ve içsavaşların, sinirli parmaklarının altında duran tetiğin çekilmesiyle başladığını itiraf etti.

Bu arada taşeronların rolünü de bir kez daha belirledi: “Füzeleri Türkiye’ye yerleştiriyoruz, ama korkmayın. Tetiği, seçmen kitlesine gösteriş yapmak için esip, gürleyen, ne yaptığını bilmezlerin eline bırakmıyoruz.” Böylece Recep Tayyip Erdoğan ve AKP hükümetine de son bir ayar verdi.

Herkes, bu açık sözlülüğü adamın askerliğine yordu. “Doğru ya” dediler, “diplomatların üstü kapalı kavramlarla ifade ettiklerini bir asker nasıl yapacaktı ki? Tabii tetik, namlu vb sözcüklerle açıklayacaktı.”

Halbuki bu açık ifadenin asker olmakla uzak yakın ilişkisi yok. Ortada, eski oyunla ilgili yeni bir durum var.

Yeni olan nedir? Emperyalizmin, sadece Ortadoğu’da değil, dünyanın birçok yerinde aynı oyunu her seferinde biraz daha açıklıkla, biraz daha ahlak ve sınır tanımazlıkla oynuyor olmasıdır... (Başımızı biraz kaldırıp, etrafımıza da, örneğin Afrika’ya bakalım.) İş öyle bir noktaya geldi ki, uluslarüstü sermayenin emrindeki sermaye kuruluşlarının, devlet yönetimlerinin ve saldırı ordularının genel kurmay karargâhları, halklardan hiçbir şeyi gizleme gereksinimi duymuyorlar artık. Onlara hizmette kusur etmemek için yarışan taşeronlar ise, içinde rol aldıkları senaryonun bir sonraki sahnesini, orada kendilerine düşecek olan rolü bilemeyebiliyorlar.

Emperyalizmin sınır tanımaz saldırganlığının geldiği nokta işte budur. Dünyanın gözü önünde ülkelerin bağımsızlığını hiçe saymak, yalanlar icat ederek istedikleri ülkeye savaş ilan etmek, içsavaşlar çıkarmak üzere çapulculardan paralı ordular kurmak... Düşman ilan ettikleri devlet başkanları sadistlerce linç edildiğinde zafer çığlıkları atarak alkış tutmak... Bütün bunlara alışığız aslında. Emperyalizmin, sömürgecilikten miras edindiği alışkanlıklardır bunlar. Ne var ki, işin ucu geldi, Avrupa Birliği ülkelerine dek dayandı. Bir süre önce Yunanistan’a, İtalya’ya da başbakan atamışlardı. Bağımsız ülkelerin parlamentolarını hiçe sayarak açıktan devlet bütçelerine karışmaya başlamışlardı. Unutuldu mu yoksa bunlar? Aktüalitesi kalmadı mı?

Fakat tam unutmayalım derken...

Bugüne dek olan biten her şeyi unutturacak bir olay oldu:

Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin topraklarına saldırgan emperyalist ordular, komşumuz olan ülkelerle savaş çıkarmak üzere, tetiğini parmaklarının altında tuttukları füzeleriyle gelip, konuşlandılar.

Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti devletinin Cumhurbaşkanı’nın, hükümet etmekte olan Partisinin başkanı, aynı zamanda hükümetin başbakanının, bakanların, meclisteki saylavların da, ya büyük bir bölümünün, ya da tümünün olacaklardan haberi bile yoktu!

* * *

Olaylar, yazılan, konuşulanlar çok çabuk unutuluyor diye üzülüyor, kimi zaman da kızıyorum. Ama herkesten her şeyi anımsaması beklenemez. Tabii yaşam unutulacak ve unutulmayacak sayısız olaylarla dolu. Herkesin unutacakları ve anımsayacakları çok farklı. Bunu kendi öncelikleri belirliyor. Ancak şimdi bir şeyi kesinlikle biliyorum:

Hepimiz her şeyi unutsak da, işte bunu asla unutmayacağız!

Bir noktayı anımsatmadan geçmemeliyim. İşlenmiş suçlarda, “ben bu kanunu bilmiyordum” ifadesi suçlu için hafifletici sebep bile değildir. Ülkesine ihanet suçu işleyenler de yarın, “Vallahi, billâhi, benim haberim yoktu. Takdir-i ilâhîdir! Her şey Allah’tan” diyerek sorumluluktan sıyrılacakları sanısına asla kapılmamalıdırlar.