Polis memurları, sözüm sizedir!

Gezi direnişi sırasında kasklı, miğferli fotoğraflarınıza baktıkça, İzzet Amca’yı anımsamaktan kendimi alamadım. İzzet Amca, oturduğumuz evin arkasında başlayıp, Reis-i Cumhur Köşkü’ne dek uzanan üzüm bağlarının ortasında - o zamanlar Ankara’daki Farabi Sokak yoktu - bir gecekonduda torunuyla yaşayan, postadan emekli bir ihtiyarcıktı. Yakından geçenleri köpek gibi kovalayan kazlar besler, arada gelip, bizim bahçeyi de beller, ağaçları budardı. Bir de torunu vardı o sıralarda herhalde 19-20 yaşlarında olsa gerek. O yaşlarda dört beş yaş çok büyük farktır. Onun için torunuyla arkadaşlığımız yoktu. Birkaç yıl çift dikiş gidip, sonunda okuldan ayrıldığını biliyordum ama hepsi bu kadar. Yakışıklı, güçlü kuvvetli, hareketli bir delikanlıydı. Öyle olduğu için de, gençliğin verdiği enerjiyle biraz haylazcaydı. İzzet Amca’nın da tek derdiydi. Rüzgar bazı geceler bu toruna bağırıp çağırışını bize kadar taşırdı. Bazen de sanki karşısında torunu varmış da onu azarlıyormuş gibi kendi kendine söylenerek bizim bahçeden geçip, bakkala gittiğine şahit olurdum. Derken bir gün, her ne olduysa, İzzet Amca’nın yüzü aydınlandı. Asık suratına bir gülümseme yayıldı. Bağırıp, çağırması, söylene söylene yürümesi kesildi. Hafif kamburu bile düzeldi desem yeridir.

Bu beklenmedik dönüşümün nedenini birkaç gün sonra annemle konuşurken duydum: Torun polis olmuştu! İzzet Amca ballandıra ballandıra anlatıyordu: “Aman Sebahat Hanım, bizimki polis oldu da, kurtuldu. Ben de böylece kurtuldum. Artık ölsem de gam yemem. Oğlan artık kötülüklere bulaşmayacak. Kanunun hizmetinde çalışacak. Mazbut bir iş sahibi olacak. Artık sırtını devlete dayayacak. Geleceğini de emniyet altına alacak. Yakında evlenir de...”

Günümüzde de ana-babalarınızın, büyükanneleriniz, dedeleriniz ve yakın akrabalarınızın sizin bu mesleğe girmenize sevindiğinden, dahası gurur duyduğundan eminim. Öyle ya, burjuvazi savaşa göndereceği gençleri işçi, emekçi, dar gelirli kesimlerin çocuklarından seçiyor da, polisini zengin ailelerden alacak değil ya. Onları da aynı sınıf ve tabakalardan derliyor. Onlar da çocuklarını güle oynaya veriyorlar bu teşkilatın emrine kötülüğe bulaşmayacağından, ahlâk sahibi, mazbut bir işi olacağından emin olarak.

Doğrusu ya, polislik de bir meslek, hem de sırtını devlete dayayacağın, geleceğini güven altına alacağın bir meslek değil mi?

DEĞİL!

İzzet Amca gibi düşünenler müthiş bir şekilde yanılıyorlar!

Bir kere, “kötülüklere bulaşmayacak” sandıkları bu meslekte çalışan sizler, toplumdaki kötülüklere en yakın - yakın da ne demek- kötülüğün kısmen içinde olan insanlarsınız. Hırsıza uğursuza bundan daha yakın olan, her türden dalavereyi bilen, dahası bu çevrelerden insanlarla sık sık karşılaşan başka bir meslek dalı var mı? Yok! Başka türlü nasıl olabilir ki? Öyle olmasa suçluları bulmanız, izlemeniz, yakalamanız mümkün olabilir mi? Bu denli yakın olup da bunca kötülüğe bulaşmamak, mafyasının kaçakçısının düzeninden, rüşvetinden, her türlü tuzağından uzak kalmak kolay mıdır? (Benden selam olsun böylesi polislere.)

Polislik “mazbut”, geleceği garantili bir iş de değildir! Bir ömür boyu katili, canisi, her türden kanun kaçağıyla günlük kovalamaca içinde her an vurulmak, sakatlanmak, öldürülmek de var sizin bu meslekte. (Hiçbirinizin başına böyle bir iş gelsin istemem.)

Her meslek dalının bağlı olduğu yasalar vardır kuralları vardır dahası, genel geçer bir meslek namusu da vardır. Her meslek erbabı bunlara uymakla yükümlüdür. Polislik de bir meslek değil mi? Bu mesleğe ilk adımı atarken polisi bağlayan yasaları ve meslek kurallarını öğrendiğinizden, bunlara harfi harfine uymak ve her an için meslek namusunuzu korumak üzere heyecanla mesleğe başladığınızdan kuşkum yok.

Polislik mesleğinin yukarıda saydığım nedenlerle zor meslek olduğunu herkes bilir. Ancak onu çok daha zorlaştıran, süreç içinde birçoklarınızın yasaları çiğnemesine, kural tanımamasına ve giderek meslek haysiyetine yaraşmayacak işler yapmasına, dahası bazılarınızın insanlıktan çıkmasına neden olan bir etmen daha var: Patronunuz olmaya soyunanlar! Patron diyorsam, “devlet”i kast etmiyorum. Devlet sizin işvereninizdir. (Aslında maaşlarınız halkın vergilerinden ödendiğine göre asıl işvereniniz halktır ama bu derin konuya şimdilik girmiyorum.) Asıl sorun, yeri geldiğinde yasaya kurala aldırmayan, patronunuz gibi davranarak sizi yasadışı davranışlara iten hem meslek, hem insanlık onurunuzu zedeleyecek işler yapmaya yönlendirenlerde. Bu türden size patronluk etmeye kalkan çoktur hükümetteki partinin en tepesinden başlayarak, “içişlerine bakan”dır, devletin valisi olduğunu unutup, aynı patrona biat eden valiler, kaymakamlar, falan filan...

İzzet Amca’nın hayalindeki “kanunun hizmetinde çalışma” işte bu nedenle zordur. Nitekim, Gezi direnişi sırasında onca gaz bombası atarken, tek tek insanların üstüne nişan alıp kimyalı su sıkarken, kuşkusuz çoğunuz bunun yasadışı bir şiddet olduğunun bilincindeydi. Gaz silahını 45% derece havaya değil de doğrudan göstericilere nişan alarak tetiğe basan, kırmızılı kadının suratına gaz sıkan, genç bir kızı saçından kavrayarak çekenlerin böylece mesleğinizin kurallarını ayaklar altına aldığının da farkındasınızdır. Kuralı da bir yana bırakalım yere düşmüş göstericiyi biri tekmelerken diğeri dipçikleyen, yakın mesafeden bir gencin kafasına tabancasıyla ateş edip kaçan meslektaşlarınızın meslek haysiyetinin de ötesinde, insanlık onurunu bile ayaklar altına aldığının, canavarlaştığının ayırdına varmamış olmanız mümkün değil. Bütün bunlar “kanuna hizmet etmek” için mi yapıldı? Yoksa...

Gezi direnişi sırasında size aşırı güç kullanma emrini veren kimdi? Bu emrin en yüksek bir yerlerden geldiği biliniyor. İşte şimdiki patronlarınızın emriyle bir dizi yasadışı eylem yaptınız. Bunca şiddetin göstericileri engellemek değil, karşı şiddeti kışkırtmak amacını güttüğünü de çoktan anlamış olmanız gerekir. Ne var ki, hiç kimse bu kışkırtıya kapılmadı. “Kaskını çıkar, copunu bırak delikanlı kim bakalım” dediler ama bu sadece espride kaldı. Onlar size çiçek sunarken, kitap okurken, gitar çalıp, pizza ikram ederken, siz onlara patronların istediği gibi aşırı şiddet uyguladınız. Böylece hem yasaları, hem mesleğinizin kurallarını, hem de meslek onurunuzu ayaklar altına aldınız. Bazılarınız insanlıktan da çıktı. Hayat boyu sürecek sakatlanmalara, ölümlere neden oldu.

Ve bütün bu olanlardan sonra ödüllendirildiniz de. Bir üst dereceye terfi, meslekte bir paye, yakaya-omuza bir yıldız, maaşa zam, başarı primi, övücü söylevler falan... Hepsi iyi de, siz bu arada neler düşündünüz? Hepinizin yasalara mı, yoksa patronların yasadışı emirlerine mi hizmet edildiğini tartacak kadar meslek bilgisi olduğundan eminim. Daha da önemlisi, neler hissettiniz? Ben, çoklarınızın bu olaylar sırasında derin vicdan yaraları almış olduğuna inanmak istiyorum.

Polislik devlet memurluğudur. İzzet Amca’nın dediği gibi, hepiniz sırtınızı devlete dayadığınızı düşünüyorsunuz. Ne var ki bu, yasalar çerçevesinde ve meslek kurallarına uygun hareket ettiğiniz sürece mümkündür. Bunları düşünmeksizin patronlara hizmet edenler, dahası, kraldan çok kralcı kesilip, kendini kaybederek canavarlaşanlar, bir gün gelir arkalarında ne devletin, ne de başka birinin durmadığını görürler. Onları bu yöne iten patronların hemen ertesi gün unutacağı sıradan birer katil, işkenceci, insanlıktan nasibini alamamış birer suçlu oluverirler.

Polislik mesleği askerlik gibidir. “Emir demiri keser!” dense de inanmayın. Bunların tümünü yasalar, onları da vicdan keser! Patronların emriyle yasadışı bir şekilde demiri kesmeye kalkmayın. Yasalara aykırı emirlere kimsenin uymak zorunluluğu yoktur. Böylesi durumda, “ben sadece emirleri yerine getirdim” diyerek kimse kendisini temize çıkaramaz. Bir gün gelir, bir patron gider ötekisi gelir. Bir yerde bir ayak sürçer. Hâttâ bir bakarsınız, işvereniniz gerçekten halk olur, kolluk kuvvetlerinin adına “halk milisi” denmeye başlar. Sonuçta, emri vereni koltuğundan indirirler, dilini de keserler, ama demiri kesen meslektaşlarınızın kolunu da muhakkak kırarlar!

Eylül’deyiz. Arkası Ekim, Kasım, Aralık... Demokrasi safsataları arasında diktatörlük kurmaya heveslenenlere, bunu başarabilmek için de savaş çıkarmaya yeltenenlere halkın tepkisi daha da artacak. Direnişler, yürüyüşler, mitingler birbirini kovalayacak.

Kürtler zaten ayakta. Savaş karşıtları, Aleviler de... Eğitim katliamına direnen öğretmenler, çocuklarını imam-hatip tuzağına teslim etmek istemeyen veliler, bilimi savunan akademisyenler-üniversite öğrencileri, rant düşmanı şehircilik uzmanları-mimarlar, çürük yapıları önlemek isteyen mühendisler, sağlıkta dönüşüm yalanını bilen doktorlar-hemşireler-hastabakıcılar, hukukun ayaklar altına alınmasına karşı çıkan avukatlar-savcılar-hakimler, karanlığa karşı ışığı savunan aydınlar-sanatçılar-yazarlar, medya üzerindeki baskıya tahammül edemeyen gazeteciler-televizyoncular-program yapımcıları-sinemacılar, kadın hakları savunucuları, doğa dostları, hayvan severler, eşcinseller, kentsel dönüşüm vurgunuyla evinden barkından edilenler, sayamadığım daha birçokları...

Ve patronların en çok korktuğu! Çoğu sendikanın geri duruşuna rağmen... uyduruktan kurdurulmuş biat sendikalarına rağmen... sendikal örgütlenmeye getirilen tüm engellere rağmen... İşçiler-işten çıkarılmış işçiler-işsiz işçiler! Onlar da meydanlara dökülecek grev çadırlarını dolduracak!

Genç-yaşlı, kadın-erkek sayısı belirsiz insan... Halk!

Patronlarınız tabii bu arada sizlere çok iş yükleyecek. Daha çok toma, daha çok akrep, daha büyük göz yaşartıcı gaz ithali, suya katılacak kimyasal üretimi, cop siparişi... Birileri emir verecek: “Gaz sık! Su sık! Plastik mermi at! Olmadı, vur!” Kendini bilmez bir amir çıkacak, “Bunları bitirmeden döneni...” diyecek. Başka birileri bunları yapanları ödüllendirme sözü verecek. Belki biri çıkıp, “Benim polisim...” diye arkanızda duruyormuş, size sahip çıkıyormuş havası yaratacak.

Şimdiden hazır olun!

Gençler, “Simit sat, onurunla yaşa!” demişlerdi. Hepiniz simit satacak değilsiniz ya. Ben başka bir şey söylemek istiyorum:

Verilen emirleri yasallık süzgecinden geçirmeyi, meslek kurallarına uygunluğunu tartmayı asla unutmayın - bunu yapmak ve yasal olmayana karşı çıkmak mesleksel yükümlülüğünüze girer. Ayrıca, bunları vicdanınıza da danışmayı ihmal etmeyin - bu da insanlık haysiyetinizin gereğidir.

Böyle yaparak ve ona göre davranarak polis kalın, onurunuzla yaşayın!