Kutup(suz)laştırılan Türkiye

Son günlerde gözleri yaşlı bir takım akıldâneler köşelerinden feryat ediyor: “Ülkemiz kutuplaşıyor!” Sanki daha önceleri ülkede hiçbir kutuplaşma yokmuş da... Sanki bu topraklarda her türden çelişki-çatışkı-kutuplaşmadan uzak, “yekvücut” olmuş bir “millet” yaşarmış da...

Gerçekliğin böylesine çarpıtılmasına pes doğrusu! Bu ülke, salya sümük ağlaşanların işaret etmeye çalıştığının tam tersine, oldum olası çelişkilerle, çatışkılarla, “kutuplarla” ve bunlardan türetilen düşmanlıklarla doluydu. (Sınıflı toplumlarda bundan başkası mümkün olabilir mi?)

Kutuplardan kutup beğensinler

En pespayelerinden başlayayım: Uzun bir tarih boyunca bu topraklarda yaşamış olan  azınlıklara ırkçı/milliyetçi ideolojiyle beslenen düşmanlık tohumları serpilmedi mi bu ülkede? Osmanlı dönemini, sıklıkla gündeme gelen Ermeni katliamı ve tehcirle bitti mi bu insanlara yönelik milliyetçi saldırlar? Cumhuriyet’e bakalım: Henüz ilk yıllarında doğrudan hükümet çevrelerince patronlara “azınlıkları işçi olarak çalıştırmama” direktifi verilmedi mi bu ülkede? Özellikle Ermenilerin ve Rumların servetlerine el koymak, çoğunu ülkeyi terk etmek zorunda bırakmak için uyduruk vergi yasaları başka bir ülkede mi çıkarıldı? Nazilerin de etkisiyle Yahudilerin “tüccar-cimri-korkak” ilân edildiği, bunu propaganda eden en ucuzundan hakaretler içeren fıkra kitaplarının en yüksek tirajlarla basılıp dağıtıldığı; “ha babam, de babam” bu doğrultuda karikatürler karalayan Cemal Nadir’in ödüllere boğulduğu bir ülkede yaşamıyor muyuz? Bu azınlıkların yoğun olarak bulunduğu İstanbul’un Ada vapurlarında “Vatandaş Türkçe konuş!” sloganıyla, kendi aralarında Rumca/İbranice/Ermenice konuşan insanları baskı altına almakla başlayıp, 6-7 Eylül olaylarında Rumların dükkânlarının, kiliselerinin yağmalandığı, papazların sünnet edildiği ülke değil mi Türkiye? Kürt ulusal hareketinin temsilcilerinin yıllardır dile getirdikleri de herkesin malûmu. (Yine de bir noktayı hatırlatmadan geçmek istemem: Kürt ağalarının, bir yanda kapitalizme entegre olurken diğer yanda belli bir coğrafyada işçi-emekçi yığınlar üzerindeki feodal hakimiyetini devam ettirmesine devlet eliyle destek olunduğunu ve bu tufeylilerin halen varlıklarının devam ettiğini...)

Ya hemşerilik ilişkisini öne sürerek dünyanın geri kalanını karalayan, her bir kent/yöre ve çevresinde doğan, yetişen, yaşayan insanları aşağılayan, “...’dan adam çıkmaz”, “...’lılar ibne olur!”, “... gâvurdur”, “...lar oğlancıdır, “... aklı, kaz aklı”, “..., ... koy a.ına aldırma” ve bunlara benzer, sürü sepet utanç verici lâflar Türkiye’de değil, başka bir ülkede mi sıklıkla kullanılır?

Yüz yıllar boyu süregelen dinsel çatışmanın, kendi inanç kutusunun içine girmeyenin düşman ilan edilmesinin ısrarla sürdürüldüğü, devlet eliyle de desteklendiği bir ülkede yaşamıyor muyuz?  Bu ülkede Müslüman olmak da yetmez. Hanefî-Sunni olmayan tüm diğer mezheplerin şeytanlaştırıldığını, onlara karşı nefret tohumları serpildiğini, bilmezmiş gibi... Yakın tarihimizde Kırıkhan’da “Aleviler cami duvarına bok sürmüş” dedikodusuyla Alevilere karşı başlatılan ilk toplu katliam denemesi ardından, o günden sonra adından “Kahraman”ı çıkardığım kentte devam eden, devletin/hükümetlerin sessiz desteğiyle günümüze dek uzayan, iğrenç saldırılar bu ülke sınırlarının dışında mı gerçekleşti?

Her biri ayrı ayrı laik Cumhuriyetin düşmanı olan, bilimin yerine hurafe, özgür bireyin yerine kul koymaya çalışan tarikat çukurlarının kendilerine “mümin” derlemesi ilk kez mi oluyor Türkiye’de? Bunların peydahlanmasına, beslenerek palazlanmasına, giderek “örgütlü güç” haline gelmesine kim destek oldu? Kimi zaman birbirlerine karşı iken, toplumu gericileştirecek her adımsda “cephe birliği” kuran bu karanlık odaklardan oy koparmak için başlarındaki yobazların dizinin dibine oturan, elini öpen, dahası bizzat tarikat mensubu olan politikacıları yeni mi tanıyoruz?

Sadece bunlar değil, daha bir dizi “kutup” ve onlardan türetilen düşmanlıklarla dolu ülkemiz!

Biz asıl en derin kutuplara bakalım

Sermayenin iktidarını sürdürme nöbetini devralmak üzere siyaset arenasını dolduran -istisnasız- bütün düzen partilerinin kimisi doğrudan bunların sözcülüğünü yaparken, kimisi de bazen gizliden, bazen açıktan desteklediler, destekliyorlar.

Neden?

İşçi-emekçi yığınların sermayenin düzenine karşı dayanışmalarını, örgütlenmelerini kırmak için bu türden –düzeni hedef almayan- kutuplaşmalarla onları birbirine düşürmekten daha kolay/etkin bir yol var mı? Burjuva ideologların yolunu açtığı, popülist politikacıların sözcülüğünü yaptığı bu “kutuplar” aslında tek bir amaca hizmet ediyor: Kapitalist toplumdaki emek ve sermaye “kutupları”nı “gözlerden saklamaya!

Bu hedef şaşırtmaca işinde düzenin açık savunucularının çabaları yetmediği için, beşinci kollara -sözde solculara, lâfazan devrimcilere, entel Marksistlere- de çok iş düşüyor. Bunlardan bazıları dikkatleri yapay kutuplara çekip, mücadele hedeflerini şaşırtıyor: “İçinde bulunduğumuz koşullarda ilk hedef demokratik mücadeleyi güçlendirmek”(miş)... (Yığınları “Tayyip’siz bir demokrasi”nin kurtuluş olacağına inandırmaya çalıştıkları gibi.)

Bir başka takım da asıl en temel kutupların artık var olmadığının teorisini yayıyor: “İşçi sınıfı ortadan kalkıyor”(muş)... “Böylece tarihsel misyonu da kalmıyor”(muş)... “(Rusya’ya özgü) Leninci düşünce artık eski”(imiş)... “Onunla birlikte Leninci Parti anlayışı da tarihte kalmış”(mış)... “Marksizm günümüze göre yaratıcı biçimde revize edilmeli”(imiş)... Ve bunlara benzer sayısız safsata...

Bütün bunların asıl hedefi, işçiler ve ücrete bağlı çalışanlarla sermaye sınıfı arasındaki “kutuplaşma”yı engellemek üzere yığınlara hedef şaşırtmaktır. Buna bağlı olarak, siyasal ölçekte sermayenin düzenine karşı tehlike oluşturmayacak bir “kutupsuzlaşma” yaratmaktır. Bundan gerisi lâf-ı güzâftır, nokta

Asıl yapılması gereken

Tüm sermaye odaklarının ellerindeki tüm olanaklarla, sürekli olarak ve her köşeden propaganda ettirdiği, örgütlenmesine önayak olduğu her çeşitten kutupları/kutuplaşmaları bir yana... İşçiler ve emekçiler öncelikli olarak emek ve sermaye kutupları arasındaki -asla uzlaşamaz- çelişkinin bilincine varmalıdırlar.

Milliyetmiş, etnik kökenmiş, mezhep ayrılığıymış, cinsiyetmiş, cinsel eğilimmiş, falan filanmış... Bunların hiçbiri değil! İdeolojik/politik/örgütsel bağlamda odak noktası haline getirilmesi gereken tek “kutuplaşma” bu olmalı.

 

Gerçek kutuplar bunlardır. Lâfta değil, gerçekten bu düzene karşı olan ve kendisini solcu olarak niteleyen herkes bu kutuplaşmaya yoğunlaşmalı. Bunu yapmayan solculuk da lâf-ı güzâftır, nokta