Kalp çarpıntısı, gözyaşı, beyin zonklaması

Herkeste bir kalp çarpıntısı... Dikkat kesilmiş, heyecanla Öcalan’la görüşmelerden çıkacak sonuçları bekliyordu. Gerçekten merak içinde olanlar, görüşmelerden çıkacakları tahmin etmeye çalışanlar, umut dolu tahminler yürütenler, sonuçtan ne çıkacağını bilmeden alkışa başlayanlar, kafasındakini gerçekmiş gibi sunanlar... Dedikodu ve spekülasyonlar... Tabii karşıtların hakaretleri de eksik değildi. Derken tutanak olduğu iddia edilen notlar döküldü ortalığa.

Hemen ardından da sevinç gözyaşları... Öcalan’ın ünlü mektubu. Diyarbakır’da biraraya gelen yüz binlerce insana, tarihinde belki ilk kez gerçekten uluslaşmaya başlayan yığına iki dilde okunan ünlü mektup. Onunla birlikte yine bir heyecan dalgası. En sonunda, beklenen barış geliyor diye sevinenler, yazılarını sevinç gözyaşları dökerek yazanlar.

Benimse beynim zonkluyor. Hayretler içindeyim. Karşıma dikilerek yanıtını arayan sayısız soruyla başbaşa kalmışım.

Anlayamadığım bir şeyler mi var?

Tekrar notlara dönüyorum. Hayret etmemek elimde değil. Meğerse, on yıldan beri Recep Tayyip Erdoğan’ı destekleyenlerden biri de Öcalan’mış. Dahası da var: AKP’yi çıkaran da... “...AKP’yi çıkartan gücüz.” derken kastettiği “biz” her kimse, onlar çıkarmışlar ülkenin başına çöreklenen bu emperyalizmin taşeronu, din taciri, vurguncu takımını! Kürt ulusal hareketi olabilir mi bu? “İslamcıların 40 yıllık rüyasıydı, rüyalarını gerçekleştirdik. Biz AKP’ye iktidarı altın tepside sunduk.” demiş Öcalan Altan Tan’ı da şahit göstermiş o bilirmiş. “Biz” derken, Kürt ulusal hareketini mi kastetmiş, yoksa beylik biçimde birinci tekil şahıs olarak kendisinden mi bahsetmiş?

“Miş” diyorum, çünkü artık bunların hiçbirine inanmıyorum, inanamıyorum. Beynim zonkluyor. Notlarda, Ocalan’ın MİT’ten sanki elinin altındaki bir örgütmüşçesine bahsettiğini, “BDP ve PKK’nın beni kullanmasına izin vermem.” dediğini okuyorum. Bir lider kendi örgütünden böylesine bahsedebilir mi? Onu lider kabullenmiş olan Kürt ulusal hareketinin en temel iki örgütünü kendisinin dışına iten böylesi bir ifade onun ağzından çıkmış olabilir mi? Bu notlara kimlerin eli değdi de Öcalan’a bunları söyletti? Yok efendim darbe teşebbüslerini engellemişmiş, MİT Müsteşarını yalnız bırakmak istememişmiş. AKP yerleşsin diye beklemişmiş... Hayır, bu sözcükler Öcalan’ın dudaklarından dökülmüş olamaz!

Beynim zonkluyor. Başkanlık sistemi düşünülebilirmiş. (“Biz” her kimse) Tayyip Bey’in başkanlığını desteklerlermiş. AKP ile bu temelde bir başkanlık ittifakına girebilirlermiş. Kürt liderlerinden “çözerse sayın Başbakan Erdoğan çözer” gibisinden laflara alışıktım da, Öcalan da böyle söylemiş olabilir mi?

Bu arada - sanki Türkiye solunun temsilcisi oymuşçasına- Ertuğrul Kürkçü üzerinde sola bir selam. Eskiden namaz kılmışlığına, 33 sure ezberlemişliğine değinerek dinci gericilere bir göz kırparak Kürtlere İslamlıklarını anımsatma. Doğru mu okuyorum? “Millet İslam enternasyonalizmini ifade eder. Peygamber, ‘Arab’ın Aceme üstünlüğü yoktur’ diyor. Evrensel kavramlara gidelim.” demiş. Bir zamanlar Marksist Leninist kavramlarla yola çıkan Öcalan enternasyonalizmde bunu mu anlıyormuş? Bu söylence geçekten Ermenilere, Yahudilere ve Rumlara düşmanlık tohumları içeren değinmelerle noktanmış olabilir mi? Beynim zonkluyor.

Ve Diyarbakır’da ve birçok kentlerde meydanları dolduran yüz binlerce insana iki dilde seslenen mektup. Dokunaklı, popülist, herkesin alkışlayacağı, otuz yılın acıları altında azilmiş milyonlarca insanın barış beklentilerini dile getirir görünen bir söylev. Kalp çarpıntısı, alkışlar, sevinç gözyaşları...

Benimse beynim zonkluyor.

Önce, bu toprakların (Anadolu, Mezopotamya) tarihselliğinde önemli bir yer tutan "BİZ" kavramının, genişliği ve kapsayıcılığı dar, seçkinci iktidar elitleri eliyle "TEK"e indirgenmesine karşı, "BİZ" kavramına eski ruhunu ve pratiğini vermenin zamanı olduğunu söyleyen Öcalan’ın, “...bireysel isyanımla başlayan bu mücadele...” diyerek, kendisinden önceki herkesi ve her şeyi reddetmesine takılıyorum.

Sonra bu “modernite” kavramı yeni bir zonklama yaratıyor beynimde. “Yok sayan, inkar eden, dışlayan modernist paradigma yerle bir oldu” diyen, etnik ve tek uluslu coğrafyalar oluşturmanın “özümüzü inkar eden modernitenin hedeflediği insanlık dışı bir imalat...” olduğuna işaret eden lider, dönüp dolaşıyor ve “Ortadoğu'nun temel iki stratejik gücü”“kendi öz kültür ve uygarlıklarına uygun şekilde demokratik modernite”lerini inşa etmeye, “demokratik modernite sistemi”nde yer almaya çağırıyor.

Bu öz kültür ve uygarlığın ne olduğunu anlamam mümkün değil! Bu kültürde, neler var neler. Baskı, sömürü, talan, ihanet, dinsel yobazlığın her türü, kadın sünnetine dek bir dizi arkaik pislik ve tortu da var bu coğrafyada. Onun için, açıklıkla tarifi yapılmayan bu kültür ve uygarlıklar üzerine nasıl bir “demokratik modernite” kastettiğini de kestiremiyorum. Beynim zonkluyor.

Sorumun yanıtı konuşmanın sonunda geliyor ve beynimdeki zonklama büsbütün artıyor: “Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed'in mesajlarındaki hakikatler”! Öcalan hangi hakikatlerden bahsediyor? Bunlar yeni müjdelerle hayata geçiyormuş. İnsanoğlu kaybettiklerini geri kazanmaya çalışıyormuş. Arap baharlarını kastediyor olmasın sakın? Ya da Suriye’de emperyalizmin planlarını gerçekleştirmeye çalışan, peygamber mesajlarındaki hakikatlerin peşinde olduğunu iddia eden islamcıların sülalesinden toplama çapulcu sürülerini?

Hayır, sadece bunlar da değil. Batılı güçlere de göz kırpmayı unutmuyor Öcalan. Onlardaki “aydınlanmacı, eşit, özgür ve demokratik değerleri alıyor kendi varlık değerlerimizle, evrensel yaşam forumlarımızla sentezleyerek yaşamlaştırıyoruz” diyor. Dışarıdan emperyalizmin oyunları, içeriden karşı devrimci elementlerin çabalarıyla “demokrasi ve özgürlük” adına sosyalizmin çökertilmesini, turuncu devrimlerle parçalanıp, sözüm ona özgür ve bağımsız hale getirilen ülkelerin kapitalizme endekslenmesini, emperyalizmin sömürüsüne peşkeş çekilmesini, rüşvet olarak içerdeki birilerinin mafyalaşarak sosyalizmin kazanımlarının bir kısmını talan etmesine göz yumulmasını falan kastediyor olmasın? Emperyalizmin dünyanın dört bir yanında ekonomik, politik ve silahlı bir saldırıya kalktığı günümüzde... Kendi kalelerinde de yavaş yavaş demokratik denen hakları ayaklar altına aldığı, sosyal hakları kısıtladığı, devletleri şirket muamelesi yaparak iflas ettirip, ülkelerin yönetimlerine karışmaya başladığı bir dönemde... Emperyalizmin adını bile anmadan Batı’nın değerlerinden bahsetmek... Beynim zonkluyor.

Herkeste bir coşku, alkış, sevinç gözyaşları... Çünkü önümüzde yeni bir dönem açılıyor. Öcalan müjdeyi veriyor: “Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor.” Böylece, siyasi, sosyal ve ekonomik yanı ağır basan bir süreç başlıyormuş “demokratik hakları, özgürlükleri, eşitliği esas alan bir anlayış” gelişiyormuş. Bundan önce de bu kavramlardan bahsedilmiyor, bunlar esas alınmıyor muydu? Asıl ulusal baskılar altında ezilen, horlanan, kimi yerde en sıradan yurttaşlık hakları bile yok sayılan, köylerinden sürülen, yaşam olanaklarını tümden yitirdiği için göçmek zorunda bırakılanların... Kürt işçi ve emekçilerinin, kır yoksullarının adının bile anılmadığı bir konuşmada kimlerin demokratik hakları, özgürlükleri ve eşitliğinden bahsediyor Öcalan? Zaten ne zaman sınıfsal özüne değinilmeyen “demokratik hak ve özgürlükler”den bahsedildiğini duysam irkilirim. Şimdi beynim zonkluyor.

Görüşme notlarında okumuştum. “PKK’yı dönüştüreceğim” demişmiş Öcalan. Dönüştürmenin ilk aşaması silahlı güçleri sınır dışına çıkarmak mı olacak? Recep Tayyip Erdoğan’ın “Bu ülkeyi beğenmeyen çekip gitsin!” dediğini anımsıyorum. Nereye gidecek bunlar? Kuzey Irak’a mı, yoksa Suriye’ye mi? Sonra da barış gelecekmiş. Misak-ı Milli sınırları içindeki bir barış...

Ardarda sorular yığılıyor kafama: PKK’nın otuz yıla dayanan mücadelesi, dökülen bunca kan, böylesi, tam ne kastedildiği belli olmayan bir barış için miydi? Barış iyi ve güzel de, Erdoğan’ın başkanlığı üzerine anlaşarak AKP’nin gerici, neo liberal, sermaye yanlısı, dinci anayasasına destek vererek yapılacak bir barış mı, söz konusu olan? Ne oldu da, durup dururken böylesi bir değişiklik için siyasal ortam olgunlaştı?

Derken...

Obama’nın İsrail ziyareti. Artık kulağına ne fısıldandıysa, Netanyau’dan gelen özür telefonu iki ülke arasında bir süredir gizlice sürdürülen ilişkilerin yeni baştan kamu karşısında dostluk haline getirilmesi... Suriye’ye kurulan tuzaklar, İran’a saldırı hazırlıkları... Ve yıllarca önce gazetelere manşet yapılan, okuduğumda katıksız yalan olduğunu düsündüğüm bir beyan: Öcalan'ın tutuklandıktan hemen sonra "devletin hizmetinde" olduğunu söylemiş olması...

Beynim, yanıt arayan sorularla zonkluyor. Yine de umudumu yitirmiş değilim.

Öcalan “Çağrımı bağrına basan gençler, mesajımı yüreğine katan yüce kadınlar, söylemlerimi baş-göz üstüne diyerek kabul eden dostlar, sesime kulak kesilen insanlar” diye seslenmişti. Bense, onun seslendiği milyonlarca insan içindeki her ulustan, etnik kökenden işçilere, işsizlere, emekçilere, kır yoksullarına ve en başta komünistlere sesleniyorum:

Kafamdaki soruların yanıtlarını sizlerden bekliyorum.