Bazı turistlere dair

Turizm diyorsam, çok kendine özgü bir alanı kastediyorum: “diplomasi turizmi”ni!

Bu çerçevede son yıllarda ülkemizi ziyaret eden politikacılar, çeşitli ülkelerin ordu erkanı, yüksek devlet memurları, uzmanlar ve CIA gibi uluslararası casusluk-karşı casusluk teşkilatları mensuplarının turizmi ne kadar arttı farkında mısınız? Bunlar kimi zaman bütün şatafatlarıyla, uçak dolusu menajerler, yatırımcılar, danışmanlar ve tabii kara gözlüklü korumalarla sökün ediyorlar. Yollar kesiliyor, polisler kaldırımları tutuyor, kıyamet kopuyor. Hiçbir Avrupa ülkesinde olmadığınca, bir telaş, bir kıyamet kopuyor. Merasim kıtaları, fotoğrafçılara poz vermek için uzatmalı tokalaşmalar, yapay gülümsemeler... Ardından da devlet erkanının kapalı kapılar ardında iki fısıldaşması, bir imza değiş tokuşuyla gözden geçirilen, kimileri güncellenen, daha kapsamlı hale getirilen ülkeler arası anlaşmalar. Tabii bu arada büyük çapta ithalat-ihracat anlaşmaları. Komisyonlar, rüşvetler, hediyeler, davetler...

2012’de Türkiye’yi ziyaret eden yabancı turist sayısı 30 milyonu geçmiş. Kanımca, bu “diplomatik turist”lerden 30 tanesinin verdiği zararı vermemişlerdir. Son elli yıldır ülkemize gelen her bu türden ziyaretle birlikte Türkiye biraz daha emperyalizmin bataklığına saplandı!
Geçen yıl gelen misafirlerimizi anımsayalım ABD Dışişleri Bakanı Clinton’dan CIA Başkanı ve Bakan yardımcılarına, ABD Genel Kurmay Başkanı ve Demsey’e dek bir sürü zararlı misafir. Tabii bu arada gizlice, sessiz sedasız gelip giden, bazısı da gelip uzun süre kalan, hâttâ, kimi beşinci kol görevi yüklenmiş birilerine danışmanlık edenler de... Bunlar hep vardı, şimdilerde daha da çoğaldılar. Geleneksel misafirperverliğimizle neler sunduk, sunuyoruz ve sunacağız onlara acaba?

Bunlardan sonuncusu da geçende kaşla göz arasında uğrayıverdi ülkemize. Çoğunluk resmi ziyaretlerin tersine, Ankara’ya, İstanbul’a değil, Gaziantep’e indi. Çok fazla gürültü çıkarmadan Alman askeri birliğini teftiş etti, oradan da Kapadokya’ya geçip, kısa bir “din turizmi” yapıp, çekip gitti. Amaç Hıristiyanlığın en eski kiliselerinden birinde haç çıkarmak değildi herhalde. Bu arada Recep Tayyip’le ne konuştular dersiniz, o kısa görüşme sırasında? Başbakanın kaşlarını çatarak, esip gürlediğini, Almanya Şansölyesine tehditler yağdırarak soluk yüzünü daha a soldurduğunu kaç şaşkın düşünür acaba? Hani şatafatlı başbakanın bu “dünya çapında önemli kişiliği” ayağına çağırıp, “bana şunu ve şunu vereceksin, yoksa...” falan demişçesine havalara girmesi kaç kişinin gözünü boyar ki bu ülkede? Yoksa tersi olmasın sakın?

Olan biten şundan ibarettir: Merkel, Alman emperyalizminin temsilcisi olarak, hem endüstri hem banka ve sigorta şirketlerinin lobileri tarafından görevlendirilerek geldi. Amaç son yıllarda Ankara üzerinde nispeten azalmış görünen ağırlığı yeni baştan yükseltmekten ibaret. NATO kisvesi altında konuşlandırılan Patriot füzeleri ve Alman askerleri bu yeni aşamanın ilk adımıdır. Eski sömürgeler üzerindeki hakimiyet alanlarını yeni baştan belirlemeye girişmiş olan güçler arasında Federal Almanya da hem Ortadoğu’da, hem de Afrika’da sadece ticaret ve mali alanlarda değil, aynı zamanda askersel hakimiyet açısından da söz söylemek kıvamına geliyor. Bu iddia, salt Federal Almanya’nın şu andaki askersel gücüyle kıyaslanarak şüpheyle karşılanmamalıdır. Bu eğilim, Alman silah sanayisinin şu andaki durumu, dünya pazarlarında yeni etki alanları arama çabalarıyla paralel değerlendirilmelidir.

Herkesin bildiği gibi, Bu gücün sözcüsü Merkel hiç de nezaketle, ince diplomasiyle rica eden bir politikacı değil. Aksine, kendisine özgü soğuk tavrıyla dikte ediyor. Bu nedenle, Berlin’deki karşılaşma ardından bu gelişinde Recep Tayyip’e bir yeni ayar verip gitmiş olduğunu düşünmek hiç de hayalcilik değildir.

Aslında, ABD’nin son iki on yıl içinde sağladığı askersel hakimiyetin Almanları rahatsız etmeye başladığını bilmekte yarar var. İhtiyar ve kimi bölgeleri iflas halindeki Avrupa onlara artık yetmiyor. Dolayısıyla, emperyalist güçlerin bu yeni paylaşım aşamasında kendi aralarında ne kadar anlaşabilecekleri meçhul.

Kuyruğu çoktan emperyalist güçlere kaptırmış olan taşeronlar şimdi onlar arasında çekiştirilmeye başlayabilirler. Tabii bu arada kuyruklarının kopartılması tehlikesini de unutmamak gerekir.