Alâmet-i farika

Ticaret dünyasında tescilli markalar var. Bir malın adı, amblemi, kendine özgü rengi falan. Bunlar bir kez kayda geçti mi, başkası tarafından kullanılamaz. Aynen kopya etmeye kalktın mı, hırsızlığa girer, mahkeme kararıyla o mala el konur, pazardan toplatılır. Kapitalizmin özel mülkiyete bağlı olarak titizlikle koruduğu yasalardandır bu. Dünya çapında yaygın markaların eski tabiriyle "alâmet-i farika"sını gördüğümüzde hemen tanıyıveririz. Adının, ambleminin tümü falan da gerekmez, logosunun bir köşeciğini, bir çizgisini, harfini, orijinal rengini görmek yeter.

Siyasette de, herkesin tescillemesi gereken belli kavramlar, cümlecikler, iddialar var. Bunlar arasında belli ideolojik-politik hedeflerin, hesapların, çarpıtmaların, hedef şaşırtma çabalarının, kimi zaman sinsiliklerin, ve -daha da ileri gideyim- satılmışlıkların "alâmet-i farika"sı haline gelmiş olanlar var. Çoğu yüz yılı aşkındır, bazıları da emperyalizmin 80'lerde başlayan büyük taaruzu ile birlikte önerildiklerinden bu yana kullanıla kullanıla birer "tescilli marka" haline geldiler. Ben bunların gözüme çarpan görüntüsüne, kulağıma yansıyan tınısına her rastlayışımda, neyin kastedildiğini, açılan kapının, döşenen yolun sonunda neyle karşılaşacağımı tartışmaya bile gerek duymuyorum. Herkese de tavsiye ediyorum, siz de tescilleyin. Alâmeti farikalarını gördüğünüz, duyduğunuz her yerde dikkat kesilin.

Bunların çoğu ne yazık ki, aslında komünistlerin, sosyalizmi hedefleyen devrimcilerin tescilli markasıyken, hırsızlar tarafından çalındı. Siyasetteki hırsızlar, dolandırıcılar, kopyacılar tarafından içi boşaltıldı, bambaşka bir içerikle kirletildi, virüse bulandı. Her kullanıldıklarında yarattıkları çağrışımlara tümüyle ters amaçlara alet edildi.

Emperyalizmin devletlerin egemenlik haklarını ayaklar altına alarak, gerçekleştirdikleri askersel işgallerde, darbelerde, kışkırttıkları işsavaşlarda bayraklarına yazdıkları "özgürlük", "demokrasi", "insan hakları"  gibi artık iyice çivisi çıkmış burjuvazinin önerip, ilk fırsatta çöpe attığı kavramlardan bahsetmiyorum. Marksizmin işçi sınıfının devrimci mücadelesini etkilemeye başladığı yıllardan bu yana, sağdan ve soldan saldırılarla aslına yabancılaştırılan, kimi çağrışımlarını titizlikle muhafaza ederken, içeriği değiştirilen devrimci marksizme ait olanları, işçi sınıfı hareketi içinde, devrimci mücadeleyi özünden saptıranları kastediyorum.

Bu kavramlar, sloganlar, öneriler vb başlı başına bir araştırma, inceleme konusudur kuşkusuz. Böylesi bir araştırma sonunda birkaç ciltlik bir yapıt çıkacağından kuşkum yok. Hele 80'li yılların başından bu yana Marsist hareketin her boydan döneklerinin önerdiklerini ve satılık medya tarafından sadece Türkiye'de değil, tüm dünyada aşırı bir çalışkanlıkla sol hareketin önüne yığdıklarını düşünürsek, "ciltler dolusu" demek daha yerinde olur.

Dar kapsamda bile olsa, bu doğrultuda bir döküm yapmak bu yazının kapsamını aşar. Amacım bir lügatçe hazırlamak değil. Sadece "tonlarcası" arasından bir sinsi söylemi herkesin önüne koymak:

“Her şey sosyalizme havale edilemez!“

Ne anlama geliyor şimdi bu uyarı? Ne gibi çağrışımlar yaratmayı, neleri örtbas etmeyi, nelere kapı açmayı hedefliyor? Diyelim ki, belki kısmen sendikal bilinci oluşmuş, sola ilgi duyan, sıradan bir işçinin kafasında şöylesi düşünceler doğurmayacağına kim bahse girebilir:

"Haa, demek ki, bunlar sürekli sosyalizmden bahsederken, her şeyi sosyalizme havale ediyor, benim hiçbir günlük sorunumla ilgilenmiyorlar! İçinde bulunduğumuz koşullarda verdiğimiz, vermemiz gereken her türden hak mücadelesini de küçümsüyorlar!"

Güncel mücadeleleri nihai hedefe, sosyalizme bağlama çabalarının karşısına konan bu iftira tescil edilerek bir kenara yazılmalı!

Bir yanda sosyalist olduğunu iddia etmeyi asla ihmal etmeyen kimilerin, ikide birde ve olmadık yerde araya sıkıştırdıkları bu “her şey sosyalizme havale edilemez!" uyarısı, sonunda şu noktada hedefini buluyor: "Sadece soyut, soyut olduğu için kitlelerce anlaşılmayan, anlaşılmadığı için benimsenmeyen, kitlelerde yankı uyandırmayan bir sosyalizm propagandasından vazgeçilmeli!"

Aman ne güzel! İstedikleri aslında nedir? İşçi sınıfının siyasal iktidarı eline alarak sömürüden, baskıdan kurtulmaya, barışçıl bir dünya kurmaya adım atabileceği tek olanağa, sosyalizme sık sık işaret edilip durulmasın!

Her seferinde hemen bunun ardından gelen bir başka alâmet-i fârikayı da şimdiden haber vereyim: "Soyut sosyalizm propagandasından vazgeçilmeli, reel politikaya ağırlık verilmeli!" (Lütfen dikkat: Yukarıdakinin ikiz kardeşi bir başka tescilli markaya, “reel politika”ya gelip çattık!)

Bu tescilli markanın sinsice ifade etmeye çalıştığı da şundan ibaret: “Komünistler günlük yaşamın gerçekleriyle ilgisi olmayan, hayal mahsulü hedeflerden bahsedip duruyor, bu nedenle yığınlara hiçbir şey ifade etmeyen bir politika izliyorlar.

Sanki komünistler yaşamın gerçeklerine, doğrudan onunla bağlı somut siyaset ortamına yabancıymışçasına ortaya atılan bu iftirayla nedir hedeflenen?

Bu sinsi planın tuzağına düşülecek. “Aman, ayaklarımız yere bassın!” denecek. Kollar sıvayıp, güncel sorunların sistem içinde nihai çözümüne, burjuvazinin demokrasisindeki çatlakların, kırıkların tamirine, yamanmasına girişilecek. Bu arada aman sakın ha... Durmadan da sosyalizmden bahsedip durulmayacak. Bu sözcüğün telaffuz edilmesi giderek seyrekleşecek. Sadece, arada bir, o da çok sıkışıldığında, aldatmacayı sürdürebilmek için, sos-yal-izm falan derken... Önce geriye sos-yal devlet kalacak. Asıl hayal mahsulü olan bu devlet bir türlü tam olamayacağı için yorulunacak. “Sos-yal” daha da kırpılacak. Ondan geri kalan “sos” da rakı sohbetlerinde meze tabaklarını süsleyecek.

Ben markaya meraklı değilim. Aldığım malların markasına asla bakmam. Çin malıymış, taklitmiş falan umurumda olmaz. (Zaten ünlü markalar satın alacak param da yok.) Ama sorun siyasetteki tescilli markalara gelince...