Adım adım

Bir ülkede faşist dikta rejimi nasıl yerleşir? İşte böyle...

İster silahsal güce dayalı bir darbeyle olsun, isterse “sivil”, örneğin seçimlerden de destek alan  bir rejim haline getirilsin. Bir ülkede işçi ve emekçi yığınlardan başlayarak, tüm halkı baskı altına alan, sömürüyü alabildiğine artıran rejimleri yerleştirmek ve bir süre ayakta tutabilmek için önemli bir önkoşul var: Halkın geniş kesimleri arasında, o dikta rejimine karşı sessiz kalacak, dahası öylesi bir düzeni uzun süre taşıyabilecek bir psikoloji yaratmak.

Bunun için, öncelikle, kendisini çaresiz hisseden, geleceğe kuşkuyla bakan, korkak, sindirilmiş milyonlar yaratmak gerekiyor. Bu nasıl başarılabilir?

Adım adım...

Sırayla, önce burjuvazinin “güler yüzlü” yönetim sistemlerini (burjuva demokratik yapıyı, parlamenter düzeni, “hukuk devleti”ni vb.) çalışamaz hale getirmek; toplumsal yaşamı ekonomik ve siyasal alanda güvensizleştirmek; varolan sisteme sadık partilerin kuracağı hükümetlerin ülkeyi yönetmekte başarısız olacağı kanısını yaygınlaştırmak gerekiyor.

Bu amaçla yapılan her türden çalışmada, olmazsa olmaz öncelliği olan iki önemli nokta var:

Birincisi, burjuvazinin her zaman yedeğinde sakladığı faşizm, ırkçılık, milliyetçilik, dinsel gericilik temeline dayanan ideolojilerin piyasada yaygınlaştırılması. Bunların etrafında, o zamana dek çekirdek olarak “depoda” saklı tutulan örgütlerin palazlandırılması, yenilerinin oluşturulması ve bunların taraftarının yığınsallaştırılması.

İkincisi, aynı süreç içinde, kapitalist sisteme karşı sosyalizm hedefini önüne koymuş ve bu amaçla yığınların bilinçlenmesi ve örgütlenmesi için mücadele eden komünist partiyi bölmek/parçalamak, üyelerinin bir kısmını kararsız hale getirmek. Her biri diğerine benzer görünen, fakat birbirleriyle mücadele içinde olan ve sıradan insanların aradaki farkları asla çözemeyeceği “örgütçükler”, “particikler”, “hareketçikler”, “cephecikler” vd. yaratılmasını -belki bazılarını bizzat devlet eliyle kurarak- teşvik etmek. Üstelik komünist harekete haber ambargosu koyan burjuva basınıyla bunların duyurulması ve yaygınlaştırılması da bu işin bir parçasıdır. Bunun ardından solun bütününü hedeflerinden şaşmış, sistem karşısında kendisini aciz hissederek olmadık yerde kendisine müttefik arayan, kimisi “sosyalizm” kavramını sözlüğünden çıkarmış, kimisi ise “komünizm” adına yaptığı eylemlerle yığınlardan soyutlanan (ve böylece yığınları komünist fikirlerden uzaklaştıran) bir dizi örgütçük yaratılmasını sağlamak. (Bu örgütlerin bir kısmının iyi niyetli, devrim adına mücadele ettiğini düşünenlerden oluştuğu, o insanlar emelleri uğruna canlarını feda etmeyi göze alırken, bazılarının da devletin gizli güçleri tarafından provokasyon örgütleri olarak “pazara sürüldüğü” tarih boyunca ve dünyanın birçok ülkesinde görüldü.)

Bu süreç ilerledikçe, işçi sınıfının ve emeğin her türden örgütlenmesi de, yaratılan kaos ortamında ister istemez zayıflamakta, parçalanmakta, etkisiz hale gelmektir.

Devrim adına, silahlı mücadele iddiasıyla yersiz ve zamansız, devrimci mücadelenin henüz hiçbir gereksinim göstermediği anda ortaya çıkan küçük grupçuklar, yukarıda özetlenen sürecin en uç noktasıdır. (Bunların da samimi, fedakâr, ölümü göze almış militanları olacağı gibi, ajan-provokatörlere de uygun bir toprak hazırladığı bilinen bir gerçektir.)

Bu gelişmelerle birlikte, iyice gerginleşen ve çatışkılı hale gelen siyaset arenası, her alanda sarsıntılar geçirmeye başlayan toplumsal yaşam, çöken ekonomi, artan işsizlik, yükselen hayat pahalılığı... Bunlara hızla tırmandırılan terör de eklenince... Sıradan yurttaşların sinik, korkak, yarınına güvensiz ve tüm bu gelişmelerden bıkkın hale getirilmesi için düşünülen  program tamamlanmış bulunmaktadır.

Böylesi ortamlarda, bilinçsiz yığınların “bu ülkeye bunlara son verecek bir diktatör lâzım” demeye başladığı da bilinmektedir.

İşte o “diktatör adayı” ve çevresindekilerin, hedefledikleri sisteme varmak üzere siyasal arenada hakim konuma yükselmek ve devlet yapısı içinde adım adım yerleşerek, konumlar elde etmek, böylece iyice güçlenerek son darbeyi vurmak için izledikleri yol, tarihteki örneklerden bilindiği gibi, hiç de birbirinden temelde farklı değil:

Bol demagoji, kuyruğu uzatılan yalanlar ve iftiralarla, ülkenin gündemini abluka altına almak. Bir yanda güç gösterisi yapar, “benden büyük yok!” derken, öte yanda “mazlumu”, “hakkı yenmişi”, “aldatılmışı”, “gözü yaşlı”yı oynamak.

Ancak mesele sadece ideolojik/politik çalışmayla sınırlı değildir. Bu “diktatör adayı” ve hempaları tekellerden, emperyal kaynaklardan, büyük sermaye birikimlerinden, karanlık kasalardan akan paralarla beslenmektedir. Bu sayede sadece politik ikna yöntemleriyle yetinmeyip, belli çevreleri  “satın alma” olanağı bulmaktadır. Bu amaçla, kentlerdeki en uç mahallelere ve kırsaldaki en uzak köylere dek uzanan çıkar halkaları yaratılır. Bu halkalarda yer alan tufeylilerin kimisi milyarları, milyonları sayarken, kimisi de bir mitinge katılmak için alacağı “üç kuruş” peşine düşer. Kimisi dev projeler sayesinde kısa zamanda yamalı dondan çıkıp, milyarlardan bahseder hale gelirken, kimisi de kapısının önüne atılacak bir torba kömüre fit olur.

Aslında emperyal güçleri ve sermayeyi arkasına alan ve onlara hizmet edeceği bilinen adayımız, ilginçtir ki, en başta yoksul kesimlerden ve “O”nun sayesinde nemalanan küçük burjuvazinin en alt tabakalarından başlayarak genişleyen halkalarda, adım adım taraftarlarının/militanlarının sayısını artırır. Ve ne yazıktır ki, kapitalist düzenin yarattığı işsizler ordusu ve o nun içine düştüğü sefaletten türeyen “işsiz güşsüz serseri yığınları” en başta “O”nun militan tabanını oluşturur.

Tarihin belleğinde kalanların birinci bölümü buraya kadar. Ya bundan sonrası?

Bir ülke halkına bu tuzak kurulup, iktidara uzanan yol temizlenip, açılırken, öte yanda “diktatör adayı” ve yakın çevresinin sonu da hazırlanmaktadır. Günümüze dek bunlardan kimisini, görkemli nutuklar attığı balkona bacaklarından astılar; kimisi intihar etmek zorunda kaldı, cesedini benzin döküp yaktılar; kimisi bir ayağı mezardayken mahkeme önüne çıktı. Ömürleri yetmediği için lâyık oldukları sonu yaşamaktan kurtulanların adı da lânetle anılan isimler olarak tarih sayfalarına yazıldı.

Ama hepsi bundan ibaret değil. “Bundan sonrası”nda bir şey daha var:

Tüm bu gelişmeler, beklenmedik bir şekilde tersine dönebilir. Halkın hızla bilinçlendiği, örgütlendiği ve bu düzeni temelden değiştirmek, sermayenin iktidarına son vermek, “diktatör adayı”nın hizmet ettiği emperyalist güçleri ülkesinden temelli kovmak ve sosyalizmi kurmak için ayağa kalktığı bir ortama da dönüşebilir. 

 “Diktatör adayı” ve destekçileri bu olasılığı düşünürler mi bilmem.

Ama ben düşünüyorum.