Töre Cinayetleri, ABD ve Çarşaf

Geçen hafta Bilge köyünde yaşanan vahşetin sorumlusunu Tarafgirler ve türevleri köy korucularına bağladılar. PKK'ya karşı silahlandırılmış olan siviller sorumlu tutuldular. Şimdi bu olguyu biraz inceleyelim. İlk önce koruculukla başlayalım. Koruculuk elbette kabul edilemez bir durum. Oradaki bir siyasi sorunu kimi sivilleri silahlandırarak çözüm üretmenin vahametini saymakla bitmez. En önemlisi de bölge halkının birbirine daha da fazla düşman edilmesini sağlayan bir uygulama olmasıdır. Üstelik bu durum "derin devletin" işleyişini de kolaylaştırmaktadır. Yalnız silahlanma denince aklımıza koy korucularından önce, Özal dönemindeki silah satışının serbest bırakıldığı ve böylece herkesin silahlandığı süreç aklımıza gelmektedir. Bu dönemde bu kararlara alkış tutanlar ile köy korucularının silahlanmasını protesto edenler birdir. Özal pirleridir bunların da onun için. Üstelik son yaşanan vahşetin devletin köy koruculuğu mekanizmasını yaratmasıyla da bir ilgisi yoktur. Çünkü ortada orta çağdan kalma bir gerici zihniyetin tezahürü vardır ve bu kişiler bu vahşeti yapmak içinde devletin vermiş olduğu silahlara da ihtiyacı yoktur, çünkü günümüzde silah her yerden temin edilir durumdadır. Üstelik silah kullanmanın olağan olduğunu, herkesin silah sahibi olabileceğini bize kim öğretmiştir?. Liberallerin piri üstadı, tarikatların sevip saydığı, dönme liboşların Türkiye'deki özgürlüklere ve demokrasinin gelişmesinde referans verdiği Turgut Özal öğretmiştir. Bu silahlar maçlar esnasında ki kutlamalarda çok can almaya başladıktan sonra bu kesimden de tepkiler yükselmeye başlamış ama iş işten çoktan geçmiştir. Şimdi tarafgir tayfa ve türevleri devletin köy koruculuğunu dillerine dolamış ama bunun yanında töre cinayetlerinin aslında birer vahşet olduğunu bizlere anlatmayı da bir borç bilmişlerdir. Fakat verdikleri referans noktası dindir. "Adam öldürmek dinen yasaktır" diyen, AKP'ci akademisyen, gazeteci-yazar fetvaları ortalıkta dolaşmaya başlamıştır. Kimse sorunun yapısal olduğuna değinmemiş, işin vicdani boyutuyla ilgilenmeye çabalamışlardır. Hatta televizyonlarda vahşetten sağ kurtulmuş bir oğlanın, alenen canlı yayında yapanlardan intikam alacağını söylemesi ve arkasında galiba annesi olan bir kadının "aslan yavrııım, canım yavrııım" diye çocuğun çenesini ovuşturup onu intikam için azmettirmesi, gelenekçi, muhafazakâr, İslamcı kamuoyu tarafından hoş görüyle bile karşılanmıştır. Neden mi? Çünkü ailesinde o kadar kişi ölmüştür, o da o öldürenleri gidip öldürmeye hakkı vardır elbette. Çünkü İslam da veya uygulamalarında (bakınız Suudi Arabistan, İran, Pakistan, Afganistan vs...) kıssa kısas vardır. Yani kötülük yapanın ardına kalmaz anlayışı. Yukarıda ki İslami ülkelerde hırsızlık yaptığı için kolu bacak kesme cezaları artık rutin cezalardandır. Ya zina yapanların topluca recim edilmesi? Veya cinayet işleyenin herkesin önünde asılması? Kâbe'de şeytan taşladığına göre, sokakta sevmediği veya korktuğu hayvana örneğin köpeğe taş atabildiğine göre, şeytan olarak gördüğü bir kadını veya erkeği de taşlayabilir. Taşlama fiili belli başına bir şey anlatmaktadır. Üstüne türbanı ve çarşafı geçirdiğinizde hikâye orta çağ yaşam biçimine, hurafe inanışlarına, kul, köle ilişkilerine doğru inecektir. Türkiye'de "ey millet, şu şerefsiz herifleri hapislerde besleyelim mi yoksa orasını burasını keselim mi?" diye sorsanız maalesef hatırı sayılır sayıda bir bölüm insan "orasını burasını keselim, aslanlara da atalım" diyecektir. Pakistan'da, İran'da meydanda asılanları izleyenlerin yüzündeki sevinci hangi şekilde açıklayabiliriz acaba? İşte o esnada ki izleyicilerin "oh olsun, yapan bulur" anlamındaki sevinçlerini yok etmenin yolu laikliğin, cumhuriyet değerlerinin, hukuk devletinin korunmasından geçer. Peki, millete silahları kim serbestçe kullanmasına izin vermiştir? Toplumsal gelenekleri, dini yaşayış biçimini kim savunmuştur ve savunmaya devam etmektedir?

Geçen hafta peçeli, siyah çarşaflı kadınların yalın ayak çocukların kerpiçten evlerin arasında, tozlu, çamurlu yollarda oy sandığına gidip oy atmış olan insanlardan bazılarını ABD askerleri çoluk çocuk demeden katletti. Bu vahşetin sadece haberi geçti basın organlarımızda o kadar. Köy basan namus bekçisiyle, İslamcı militan avlayanın çıktıkları mantık aynıdır. İkisi de kendisine haksızlık yapıldığı varsayımıyla hareket etmektedir ve ikisi de şiddet uygulamaktadır. Şimdi düşünelim: silahları ABD'ci Özal amcamız serbest bıraktı, töre cinayetinin meşruluğunu dolaylı da olsa bugünkü AKP iktidarı da dâhil olmak üzere siyasiler hoş görüyle karşıladı, ABD'nin bölgede kurmak istediği Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında silahlı güç kullanmanın meşru olduğunu tüm dünyanın gözüne sokarak kabul ettirdi. Bu sayede bölgede silahlar susmak bilmedi. Gene aynı proje kapsamında Türkiye'de uygulatılmaya çalışılan ve tarafgir tayfa ile türevlerinin kendilerine kapı açıldığı için canı gönülden desteklediği ılımlı İslam projesi, orta çağdan kalma dinsel geleneklerin laikliğin, hukuk'un, sosyal devletin önüne geçmesine neden oldu. Bu durumda bazılarının töre cinayeti falan diye niye debelenip durmalarını anlamak güç. Olan bitenler ABD ile beraber AKP'ci yazarçizerlerin desteklediği İslami cumhuriyetin içinde yer alan bazı gelenek ve göreneklerin tezahürüdür sadece.

Töre din değildir diyenlere şunu hatırlatmak lazım. Özellikle son vahşet bir kere daha göstermiştir ki, olayın perde arkasında kadının namusu vardır. Namus bekçileri erkeklerdir ve kadınlar bu bekçilere kayıtsız şartsız tabidirler. Bugünkü türban, peçe, çarşaf açılımında ne vardır? Kadının namusu yok mudur? Haram gözlerden korunması için erkekten soyutlanmak anlamında çarşaflar giyilmekte, türbanlar takılmakta, sıcakta boncuk boncuk terlenilmektedir. Kadının saç teli herifi azdırabilir veya kadının sağ ve sol diz kapağı, başka bir herifin uçkuruna dokunacaktır. Tüm bu geleneksel toplum yapısında azmaya ve azdırılmaya karşı önlemlerle doludur. İşte bu namus yapısında töre cinayetlerini toplumdan soyutlayamazsınız. Eğer gerçekten soyutlamak istiyorsanız da, ilk önce işe türbanla ve çarşafla başlamak gerekecektir çünkü. Kadını korumaya yönelik her türlü eylem, erkeğin kendi sapkınlığını da beraberinde getirecektir. O zaman görüldüğü gibi tarafgir ve türevlerinin söyledikleri gibi Bilge'deki vahşet devletin korucuları silahlandırmasından kaynaklanmamıştır, devletin koruculukta dâhil her türlü gericiliğe, dinsel sömürüye, orta çağ kafasına prim vermesinden kaynaklanmıştır. Kendileri de aynı pirimi AKP ile beraber bir olup vermektedir. Devletin dağıttığı silah sadece araçtır ki vahşeti yapanlar o aracı devletten bulmasa başka yerden temin edecektir, asıl amaca bakmak gerekir.

Peki, o zaman vahşetin sınırı neresidir? Güney Doğu Anadolu mu sadece? Bazıların söylediği gibi Kürtler midir? Ya Güney İtalya açıklarında suya atılan mültecileri kurtaran Türk gemisine limanlarına yanaşma izni vermeyen ve kamuoyu baskısıyla ancak kabul eden İtalya ne olacak? Ya Fransa başta olmak üzere AB ülkelerinin uyguladığı yabancı düşmanlığını körükleyen yabancıların oturma ve çalışma izinlerini düzenleyen ırkçı yasaları?

Yenidünya düzeni çerçevesinde özgür seçimlerde kerpiç evlerinden çıkıp, yalın ayaküstü perişan çocuklarıyla oy sandığına giden Afgan kadını AB ve ABD tarafından Afganistan'ın demokrasiye geçişi olarak gösterilir. Afgan kadınının evde kocasıyla beraber hangi ekonomik koşullarda yaşadığını, toplum içinde ne tür baskılara uğradığını kimseyi ilgilendirmez. Üzerindeki siyah çarşafın AB ve ABD için tek önemi, içindeki kadının terörist olup olmadığı ile ilgilidir. O kadının niçin onun içinde olduğu tartışılmaz bile. Ama demokrasiye geçmiş Afganistan bir başarı öyküsü olarak dünyaya ilan edilir. Bitmedi, İsrail'in çoluk çocuk demeden yüzlerce Filistinliyi katlettiği saldırıyı meşru gören ve on binlerce Bosnalının ölümünden sorumlu Hırvatistan ve Sırbistan'ı önce kınayıp sonra içine katmaya çalışan AB'liği ülkeleri Bilge köyündeki vahşeti kınıyor. Neden kınıyor? İnsanlık namına kınıyor. Ama öte yandan ABD'nin İsrail'in, Hırvatistan'ın vs.. yaptıkları katliamlar hür dünyayı kurtarma kisvesi altında mazur görülüyor. Kapitalizmin çıkarları insanlığın bittiği yerde başlıyor. İşte o zaman çağdaş Avrupa medeniyetinin altından emperyalizmin vahşi yüzü çıkıyor.

Tüm bu ideolojik denklem içinde yer almak istemeyenlerin sesi daha fazla gür çıkması gerekir. Özellikle ulus devletin AB'de bittiği masalını yayanlara, dünya küreselleşiyor diyenlere, küreselleşmenin tek seçenek olduğunu söyleyenlere ve AKP'nin demokratik bir parti olduğu safsatasını anlatanlara karşı mücadele devam etmelidir.