Yüzde seksen sekiz

Herhangi bir anlamlı maceranın başka maceralarla iç içe girmemesi mümkün değildir. Burada derecikler farklı kanallardan kardeşçe akmaz. Maceralardan bir tanesi diğerlerine baskın çıkar, diğerleri merkezdekinin çevresinde yapılanır, maceraların özneleri aynı zamanda çevresinde yapılandıkları maceranın ve onun öznesinin nesneleri olurlar. Ya da ırmağın dereler tarafından oluşturulmasının yerine, dereler ırmak tarafından yeniden biçimlendirilir...

Bugün de öyle oluyor. Konu sadece sultan sofraları olmamakla birlikte, artık sofra aydın AKP'ciliğinin veya sol AKP'ciliğin simgesi haline geldi. Tayyip'in macerasına aksesuar olanların bazılarının tutumlarına yürekten inandıklarını, bazılarının aptala yattıklarını görebiliyoruz. Merkezdeki macera açısından ise bunun herhangi bir önemi yok. Sofraya ister görev, ister nezaket, ister eleştirmek, ister talep iletmek için oturmuşsun, ne fark eder? Bu motiflerin kimileri Tayyip'in hoşuna gidecek, kimileri için arkasından gülecek veya küfredecek ama kayıtlara davete icabet edenlerin öznel gerekçeleri değil, ev sahibinin pozisyonu geçecek. Dereler, ovayı basan karanlık ırmaktan görünmez olacak.

İsim zikretmekten kaçındığım için değil, yukardaki anlamda isimlerin önemsizleştiğini düşündüğüm için “anonim” devam edeceğim.

Biri eleştirilerini “delikanlı gibi” koca başbakanın yüzüne söylemeyi önemseyebilir. Yapar da... Peki sonuç nedir? Tarihe başbakanı morartan yürekli aydın olarak geçme şansını yakalar mı?

Acaba eleştirmen aydınımız tarihe geçmekle ilgilenmemekte, kendisiyle barışık bir tutum geliştirmek ona yetmekte midir? Bu olasılık, sofrada devrimci gibi davrandığı iddiasını kimseye kanıtlamaya çalışmaması halinde ciddiye alınabilirdi. Belli ki, barışıklık yetmemekte ve soldan gelen eleştiriler, yani -tarih değilse bile- kamuoyuna ne bırakacağı ilgili kişi için çok önem taşımaktadır.

Bu tartışma devam edecekse, kendilerine “iyi devrimcilikler” dilemekten başka ne söylenebilir? Zaten ev sahibi gerçekten morarmış veya bozulmuşsa, ikinci bir davet hayal demektir. “İyi devrimcilikler” dilemenin dışında bir de buna, yani davetin sonrasına bakabiliriz. İnanın zor bir test değildir: Değişik davetler devam etmekte midir? Devrimci arkadaşımız televizyon ekranlarında gezmekte, yeni projeler geliştirirken kapılar suratına mı çarpılmakta, yoksa açılmakta mıdır?

Periyodizasyon yapmadan süreçleri analiz edemezsiniz. Ama her periyodizasyon aslında bir soyutlamadır. Soyutlamayı alelacele somuta indirgediğinizde önemli sorunlar yaşayabilirsiniz. Bazen geçmişte kalan dönemin şu karakteristik özellikleri veya şu temsilci kişileri de beraberinde tükettiğini düşünürsünüz. Sonra bir bakarsınız hiç de öyle olmamış. Kişiler saçlarını, giysilerini, gözlüklerini değiştirmiş yine dolaşıyorlar ortalıkta.

Örneğin kendini radikal solcu diye pazarlayan biri, Tayyip'in macerasına nesne, hatta meze oldu diye, hayatının radikal solculuk evresinin bir daha açılmamacasına kapanması, bir daha böyle şeylere kalkışmaması, kalkışırsa da kimsenin “yememesi” ne iyi olurdu! Ama emin olabilirsiniz, kahvaltıyı hazmetmenin yollarından biri de, radikal beyimizin geleneksel solun ne kadar kafasız, milliyetçi ve uzlaşmacı olduğuna dair konuşmaya devam etmesi olacaktır.

Bu türün söylediğine samimi olarak inanıp inanmadığının test edilmesi mümkündür. Kahvaltı üstüne hazım ilacı niyetine solculuk satmak Tayyip'in macerasında makbul bir rol değildir. Ama bundan vazgeçerseniz, bir gün sizin de şiirlerinizin o yüce makamdan seslendirilmesi mümkün olabilir.

Ben AKP'ye bakıp “sonuna kadar” diyenlerden bıktım. Ama solun tarihinde “sonuna kadarcılığın” başka türleri de vardır. Tarihçi Deutscher, Brest-Litovsk'ta barışa imza atmayı reddederek devrimci savaşın sürdürülmesini isteyen bir kısım Bolşevik için bu tabiri kullanıyordu... Ama orada sonuna kadar gitmekten söz edenlerin öznesi, bizzat kendileriydi! Eski komünistlerden Şoför İdris, kendisinin de henüz çocuk yaşta olduğu zamanlarda, bir korsan eylemde attıkları slogandan söz ederdi: “Fethi Bey kursun fırkasını, biz de kuralım amele fırkasını!” Burada da sloganın ilk bölümünde ironi veya ana fikri içermeyen bir girizgah anlamı var sonuçta bu bir espri ve asıl özne “biz”iz... AKP'yi açılıma doğru arkadan ittiğini sanan solcu aydınların nesi var?

Bu sorunun yanıtının da bir kıymeti yok aslında. Çünkü, dedim ya, asıl maceracı diğerlerini domine eder. Tarih Tayyip'in destekçileri olarak kayda aldı bazı isimleri.

Tayyip'in asıl hayatı ise kahvaltıda geçmiyor. Bana kalırsa aşağıdaki satırlar işin özünü, sonuna kadar gidilecek kulvarı daha iyi temsil ediyor:

“Eksiklerimiz yok mu? Var, var. İnkar etmemize gerek yok. Bak şimdi ağızlarından düşmeyen tek şey var. İşsizlik işsizlik işsizlik doğru işsizlik de var ama sen yüzde 12 işsizliği konuşuyorsun da, yüzde 88 iş sahibi olmayı niye konuşmuyorsun? Bunu da konuş...”

Yukarıda örneklenen solcuların bir dahaki davette, sırasıyla, işsizlik istatistiklerinin gerçekleri yansıtmadığını cesur biçimde dile getirmelerini, ortodoks marksizmin tam istihdamı tabu olarak ele alışını yanlış bulmakla birlikte işsizliğin önemli bir sorun olduğunu anlatmalarını, hatta tembellik hakkına saygı talep etmelerini ve Kürt sorunuyla işsizlik arasında kurulagelen bağlantıyı gündeme sokmalarını bekliyoruz.

İster inanarak anlatsınlar, ister inanmadan fark etmez!