Yönetememek ve hazırlanmak

Bir özel fabrikada yangın çıkıyor ve devlet olası tehlikeler hakkında halkı bilgilendirip önlem almak yerine olup bitenin üstünü örtüyor. Depremin orta şiddetlisi bir okul veya hastane binasını içine girilmez hale getiriyor ve devlet “kapı açılıyorsa girin” diye karikatürize etmeye uygun bir politika uygulamaya çabalıyor. Biraz veya çok zengin, siyasette biraz veya çok etkili birileri kadın dövüyor, kadın öldürüyor; savcısı, yargıcı yani devlet, koruma görevlisi gibi yardıma koşuyor. 

Halkın sağlığının tehdit altında olduğunu herkes biliyor oysa. O binanın yüzlerce öğrenci, emekçi veya hastaya mezar olabileceğinin herkes farkında. Adalet duygusunun ayaklar altına alındığını suçlu da, maruz kalan da, görmezden gelen de biliyor… Bu tabloyu vurdum duymazlıkla, “bi’şi olmazcılıkla” açıklamak da yetmez.  

Önce bütün örneklerin ortak bir sınıf ve düzen duyusuna oturduğunu saptamak gerek. Yetkililer düzeni ve düzenin sahiplerini koruma içgüdüsüyle hareket ediyorlar. Karşımızda açıkça sınıfsal bir refleks var.

Ancak biliyoruz ki, egemenlerin konumlarını sürdürmesi, yöneticilerin “ortak yararı” temsil ettiklerine bütün toplumu ikna etmelerine bağlıdır. Ortaçağ’da bile böyleydi. Kralın çıkarı herkesin çıkarıydı, kölelerin ölümü tanrının emriydi. Demokrasi icat edilmeden önceki çağlarda da yöneticiler halkın karşısına çıkıp “biz sizi değil, bir avuç zengini temsil ediyoruz ve onların çarkının dönmesini sağlamakla mükellefiz” demezlerdi, diyemezlerdi.

Kimya fabrikasının zehirli dumanlarının yağmurla yere inmesinden Kocaeli-Bursa-Adapazarı gibi bir üçgenin etkilenecek olması karşısında parmağını kımıldatmamak; evet bu tutum sınıfsaldır. Sermaye sınıfının kaybı astronomik olacaktır çünkü. 

Biraz daha dolaylısı; insanların hak ve adalet taleplerinin karşılanmasının nereye varacağını bugünün koşullarında kestirmek imkânsız hale gelmiş olabilir. Bir başladın mı, ücretini ödemeden öğretmeni çalıştıramayabilir, çocukları imam hatibe sokamayabilir, kuryeyi 7 dakikada malı teslim etmeye zorlayamayabilirsin. Kadın cinayetinin hesabının sorulabilmesi başka alçaklıkların da kimsenin yanına kalmayacağı bilincini serbest bırakabilir. Yani her şey gibi bunlar da sınıfsaldır.

Ancak egemenlerin sınıf çıkarları içinde, sınıfsallığın üstünün örtülmesi de vardır. Sömürü aleni olduğunda sürdürülemeyen bir şeydir. Bugün Türkiye’nin acayipliklerinde kapitalizmin sürdürülebilir olmaktan çıkışının işaretleri seçiliyor.

Türkiye’yi yönetememesinin tarihi, artık hiç kısa olmayan AKP iktidarı, çözümü her işi imamlara havale etmekte, bir adım sonra da işleri tarikatlara bölüştürmekte aradı. Geçici olarak işe yaradığı doğrudur, ama sonuç olarak depremin zinadan kaynaklandığı yolunda fetva verince binalar sağlamlaşmıyor. Gözünün içine bakarak yalan söylemenin başka versiyonları da var; ama medyaya el koyup, ekonominin uçuşa geçtiği biçiminde manşet atınca elektrik ve doğal gaz zamlarının acısı dinmiyor. 

Türkiye akla gelebilecek her düzlemde yönetilemez hale gelmektedir. Bu durum yöneticilerin salaklığından kaynaklanmıyor. Yöneticilerin salak olup olmadıklarına dair bir yorumda bulunmuyorum. Sorunun kaynağı burada değil, sistemdeki tıkanıklıkta ve titreklikte. Herhangi bir tekil yöneticinin sömürüyü ve adaletsizliği, yani sınıfsallığı gizlemek adına bir taşı yerinden oynatması halinde neden olabileceği sarsıntının boyutlarını bilmiyoruz. Bu nedenle akıllı veya salak yöneticiler birbirlerine benziyorlar, birbirlerine sarılıyorlar. 

Bu durum sürdürülemez. AKP çok zamandır varlığını, yerine konacak alternatifin olgunlaşmamasına borçlu. Ancak artık marketi boşaltıp çektikleri propaganda filmi bile sapır sapır dökülüyor ve daha iyi filmleri çekecek, sömürüyü, adaletsizliği, alçaklığın sınıf karakterini örtecek bir alternatife duyulan ihtiyaç şiddetleniyor. 

Herkes bir şeye hazırlanıyor. Düzen yanlıları örtmeye, makyaj yapmaya. 

Emekçiler ve sol düzeni değiştirmeye. Alçaklığın kökünü kazımaya.