Yok-devlet

“O kadar kişiyi ihbar ettim, ciddiye almadılar. Ben de son KHK’nın silah kullanma imkânı veren maddesine göre davrandım.” Fakülte basan adam gerçekten böyle mi demiş, yoksa sanal dünya trollemesiyle mi karşı karşıyayız?

Bu sorunun yanıtının bir önemi var mı?

Peki dört kişinin katilinin gerekli diplomaya sahip olmamasına rağmen araştırma görevlisi yapıldığı doğru olabilir mi? Yoksa troller mi?

Bence hiçbirinin önemi yok. Önemi olan Türkiye’nin bunların olabileceği bir ülkeye dönüşmüş olması.

Gerçekten oldu mu acaba? Oldu veya olmadı; ama pekâlâ olabilir.

Çünkü zaten olup biten daha hafif değil… Cumhurbaşkanlığı için de üniversite diploması gerekiyor, araştırma görevliliği için de.

Dört kişiyi vurmak normal insanın harcı değil. Pekâlâ suçsuzluğunun “yasal dayanaklarını” ortaya sermiş olabilir böyle bir meczup. Peki 2018 Türkiye’sinde bir meczubun mazeretlerini AKP’de, Erdoğan’da falan araması gayet makul bir davranış olmaz mı?

Normal koşullarda hükümet partisi “kadroya geçireceğim” dediği taşeron işçilerini güvenlik soruşturmasıyla atsa, muhalefet partisi hükümeti köşeye sıkıştırır; değil mi? Bizde muhalefet ellerini çırpmakta, fırsat bu fırsat demektedir. Bir patronun ekonomik mantığı açısından çok makul olan bu davranış, politik açıdan ne büyük saçmalıktır!

Peki düzen siyaseti onlarca yıldır para kazanmak için yapılıyorsa, vekillik iş takipçiliğine indirgeniyorsa, bal tutan parmağını yalar sözü çerçeveletip her tarafa asılacak hale gelinmişse… Hâlâ saçma diyebilir miyiz?

Ya yangınlar? Bir de şuradan bakın: İşçi ve kadın cinayetlerine alışan bir toplum neden yangınlara alışmasın? Yanıcı özelliği bayağı yüksek ama herhalde ucuz bir dış cephe malzemesi kullanılması ekonomik açıdan gayet rasyonel. Herhalde yüz tane öyle bina yapsan bunların üçü beşi yanıyordur. Kâr maksimizasyonu açısından bu potansiyel belki de kabul edilebilir bir orandır. Ölen olursa vereceğin tazminat da dahil!

Ama o toplumda devlet diye bir organizasyon varsa şu son paragraftaki gibi akıl yürütenleri kovalamak durumundadır. Bunları kovalayan bir devletin olmaması sürdürülebilir bir durum değildir.

Her konudan örnek seçebilirsiniz… PTT Suriye’nin bir kasabasında şube açmış! Sorsak yanıtı belli; “ee oraya da mektup gitmesin mi yani…” Gitsin tabii, gitsin. Oraya da apartman dikilsin. Oradakilerin AVM’de gezinme hakkı olmasın mı?

Geçenlerde Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nu eleştiriyordu: “hayatında devletten aldığı maaş dışında tek kuruş kazanmamış.” Konu Kılıçdaroğlu değil. Olay başka: Bu ilginç teze “burjuva ideolojisi” diyemiyoruz. Zira ideolojiler belli bir sınıfın çıkarı doğrultusunda, ama bütün topluma seslenir. Burada, Erdoğan’ın ağzından konuşan burjuvazi, emekçilere akıl sır erdiremeyecekleri bir söz söylemiş olmaktadır. Veya bunların dünyasında herkes burjuvadır ve emekçi yoktur.

Bu bir delilik hali midir? Yoksa CHP kodamanları da genel başkanlarının memuriyetle geçen yıllarından utanç mı duyarlar?

Galiba yine Erdoğan, ünlülerin askere moral vermesinin rutin olduğunu söyledi, eleştirilere karşı. Sorun şu ki, bunlar birbirlerini eğliyorlardı ve ortada asker bile yoktu!

Bunlar birbirlerini eğleyip ihaleleri bölüşüyorlar.

Ama aynı şeyi zaten TRT de yapıyormuş. Çek diziyi, reklamını Erdoğan yapsın, al milyon lirayı!

Başka zaman, başka yerde, yani “normal durumda” herhalde böyle olmazdı. Minareye uygun bir kılıf önceden hazırlanmış olurdu… Artık akıllarına bile gelmiyor.

*    *    *

Bazen devletin burjuvazinin işlerini yürüten bir komite olduğu apaçık görünür olur. Böyle bir durum şekillendiğinde devletin makyajını tazelemek üzere ilgililer devreye girecektir. O ilgililer de kelimenin geniş anlamında devlet’tir. Düzen partileri, akademisyenler, yargıçlar, ana akım medya, imam…

Türkiye’de iktidarıyla muhalefetiyle bu tür bir devlet mekanizması kalmadı. Üniversite koridorundaki silahşörün cebinde AKP yöneticisinin kartviziti var, devlet yok. Bilgisayarınızın içinden savcı çıkıyor, devlet yok. AKP düzeninde devlet her yerde ve hiçbir yerde. Bu kadar “çok-devlet” yok-devlet oluyor.

Türkiye’de AKP düzenini sömürü ve baskının görülmemiş boyutlara yükselmesi olarak tarif etmek yeterli değildir. Düzen bütünüyle kuralsız bir moda geçti. Düzen düzensizliğe eşitlendi.

*    *    *

Bu koşullarda düşülecek en büyük yanlış, kuralların uygulanmasını, hukukun egemenliğinin tesisini ve devletin restore edilmesini istemek olur. O zaman düzen, yok-devletle çok-devlet arasında bir ayar peşine düşecektir.

Bize ne ayardan, bize ne dengelerinizden!

Zaten becerme ihtimalleri de pek görünmüyor. Kalsın…

Bu tablo başka bir imkânı ortaya çıkartmaktadır. Savcılar her yere burunlarını sokarsa, kimse baskıdan korkmaz. Bütün makamlar imamlara verilirse, dincilik geriler. Bütün kapitalistler soyguncuysa, kapitalizm yağmayla özdeşleşir.

O zaman karanlıktan hızlı ve kesin bir çıkış da mümkün hale gelir.