Yeni dönem, zor dönem

Seçim bitti. Henüz oylar kullanılıyorken, cumhurbaşkanı tarafından “meydanlarda söylenen orada kalsın” temennisi dile getirildi. İş bittiğinde de “herkesin başbakanı” olacağını ilan eden Erdoğan yine herkesten “hakkını helal etmesini” istedi. Böylece burjuva siyasetinde alanlarda söylenenlerin bir noktadan sonrasının, hatta çok büyük bölümünün yalan olduğunu biri söylemiş, öteki de teyit etmiş oldu.

Ancak yalanlardan oluşan bütünün gerçek etkiler yaratmadığını kim söyleyebilir? Hele bayraklarımıza yazılmış o Metin Lokumcu gerçeği varken...

Milyonların parçası olduğu yalanların oluşturduğu bütün, Türkiye'yi, solu ve komünist hareketi bir öncekinden daha geri bir konuma sürükledi. Seçim sonuçlarına “hayırlı olsun” diyebilecek durumda değiliz.

Böyle söyleyince, muhtemelen akıllara TKP'nin aldığı oyların dramatik düzeyde düşüklüğü gelecektir. Lakin TKP'nin oy sayısının da içinde olduğu bütünü görmeye çalışmak daha doğru olur.

Türkiye'nin gündemindeki yeni Anayasa, yeni bir siyasal rejimin temel belgesinin oluşturulması anlamına geliyor. Amerikancı-İslamcı-faşist yeni rejimin, Anayasası da kuşkusuz kendine benzeyecek. Sözlük karşılığını “Emperyalizmle uyumu kesinkes temin edilmiş” olarak kaydedebileceğimiz “Ilımlı İslam” yeni rejimin adı. Borsaların onayladığı şeyin, kısa vadede hükümetin değişmeyecek olmasıyla bağlantılı “istikrar”dan ibaret olduğunu sanmak, “piyasa”yı, yani büyük sermayeyi fazla hafife almak olur.

AKP'nin sandıkta gerileyeceğini, Türkiye'nin felaketinin bu yolla engelleneceğini düşünenler, defalarca ve ısrarla uyarmamıza karşın yüzde elliye çarptılar. Sanıyorlar ve iddia ediyorlardı ki, Erdoğan'ın fütursuz söylemi, liberal demokrasinin direnciyle karşılaşacaktı. Gazetecileri hapsetmekle, Alevileri aşağılamakla, ilericiliğin bütün türlerine saldırmakla, Kürtleri yok saymakla, kadınlara hakaretle, siyaseti pornografikleştirmekle bir yere varılamazdı... Oysa başbakanın içine kan bile karıştırarak körüklediği gerginlik, sağın AKP'de konsolide olmasını bir kez daha sağladı. Bu yalın taktik, Türkiye'nin sorunlarını hafife alan muhalefet çizgilerini boşa çıkartmıştır. Bizim tezimizin, yani yalnızca sosyalizm seçeneğinin AKP'yi durdurabileceği iddiamızın, tersinden doğrulanmasından mutluluk duyamayız...

AKP'nin oy oranını arttırması rejim değişiminde son etabı hızlandıracak. Bu bir eğik düzlem ve süreç hız kazandıkça, diğer öznelerin gidişata uyum gösterdikleri daha açık hale geliyor.

Kılıçdaroğlu'nun seçim propagandasında laikliği bariz biçimde geri çekmesi rastlantı değildi. Laikliği savunmak olarak özetlenebilen çizgi, muhalefette kalındığında da sürdürülebilir. Oysa, yalnızca seçim kazanıp hükümet kuran bir partinin ona buna para dağıtma veya “projelerini” hayata geçirme olasılığı olabilirdi. CHP'nin seçim dönemi bu anlamda büsbütün yalandır. Hükümet olamayacağını bilen CHP, boşa düşmesi kaçınılmaz bir söylem tutturmuş bu yolla, yeni hükümete asıl konularda muhalefet etmeyeceğini ima etmiştir.

Kılıçdaroğlu'nun kendini başarılı ilan etmesi bu söylediğimi doğrulamaktadır. Anayasa uzlaşması için CHP'nin kapısının açık olduğunu dile getirmesi ise sürecin hiç zaman yitirmeden başladığını göstermektedir.

MHP'ye yönelik “kaset atışları”nın amiral gemisini vurmadığı sürece ters bile tepebileceğini öngörmek zor değildi. Artık bu atışların neden yapıldığını değil, son atışın neden yapılmadığını sormak daha yerindedir. MHP daraltılmış, baskılanmış bir muhalefet olarak yeni rejime reaksiyoner itirazın resmi adresidir. Aşağısı sakal, yukarısı bıyık: Büyük uzlaşma mecrasına girse, bir yandan AKP diğer yandan küçük faşist oluşumlar tarafından kemirilecek. Bu mecraya girmediği durumda ise, en fazla şu anki oylarını koruması başarı sayılacak...

BDP'nin Meclise taşıdığı İslamcı-sağcı isimlerin yalnızca “Kürt birliği” açısından düşünülmesi yetmez. Altan Tan ve Şerafettin Elçi yeni rejime uyum göstermekte herhangi bir sorun çekmeyecek isimlerdir.

Ama Kürt ulusalcılığını yeni rejime asıl eklemleyecek halkanın özerklik konusu olduğu açıktır. Kürt özerkliğinin ne ölçüde hukuksallık kazanacağı, nerede başlayıp nerede biteceği, bir sonraki aşamanın bağımsızlık olarak tasarlanıp tasarlanmayacağı gibi başlıklarda kesin konuşmak için erken. Ancak Erdoğan-Fethullah ekiplerinin kesişim alanından bir süredir gelen sesler Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün sınırlarının yapay olduğunu, Ortadoğu'nun değişen dengelerine uyarlanmak gerektiğini dillendiriyorlar. Dolayısıyla Kürt sınırlarının ne ölçüde belirgin çizileceğini kapsayan bir bölgesel yeniden yapılandırma gündemi var ve bu problematik içinde kalıp da ABD emperyalizmine aykırı konum almak kimsenin harcı olamaz.

Mecliste önemsiz sayılamayacak bir diğer faktör, BDP tarafından taşınan üç sosyalist. Bu kişilere açılan alan, nesnel olarak yeni rejime geçiş için ihtiyaç duyulan “sol onay” makamına denk düşmektedir. Üç milletvekilinin Ufuk Uras rolünü kendi üsluplarıyla tekrarlayıp tekrarlamayacaklarını söylemek için de henüz erken. Ama yeni rejimde sosyalizmden anlaşılacak olan şeyin Uras modeli olduğu açıktır.

Bu çemberin dışında devrimci işçi sınıfı sosyalizmi alanı kalıyor. TKP'nin oyları dahil seçim sonuçlarının bütünü bu alanı daraltmaktadır. Ancak komünist hareketin sandıkta bu operasyona engel olamamış olması, şimdi yeni dönemde de kaybetmeye mahkum olduğu anlamına gelmez. İslamcı faşizmin veya aynı anlama gelmek üzere emperyalizme uyumlu ılımlı İslamın alternatifi sosyalist Türkiye olmaya devam ediyor. O halde yeni dönem bizim için yenilgi değil, yeni görevler vaat ediyor.