Aydemir Güler

Sürecin kendince “ilerlediği” gerçektir. Ama bu yolun “işte çözüm” denebilecek bir yere çıkmasının mümkün olmadığı daha büyük bir gerçektir. 

Yanıtsız sorular zamanı

Aydemir Güler

İsimsiz ve malum “sürecin” ilk göründüğünden daha geniş bir cepheye oturmasına tanık oluyoruz. İçinde rekabetin ve hatta mücadelelerin sürmesi, geniş cepheyle çelişmiyor. Sürtünme eşyanın doğası gereği sayılmalıdır. Bu kadar çok taraflı bir süreç tereyağdan kıl çeker gibi değil, olsa olsa ciddi itiş kakışlarla yaşanabilir.

İtiş kakış sözcüğünü topluma yayılan bir tartışmanın veya ilkeli pozisyonlar arası bir hesaplaşmanın alternatifi olarak anlayabiliriz. Süreç, ortaya sayısız sorunun dökülmesi ve bunların büyük ölçüde yanıtsız bırakılması üstünden evrilecek. 

Normal denilen durumlarda bu bir tıkanma anlamına gelebilirdi. İçinde yaşamakta olduğumuz örnek, soruların yanıtsızlığı ve sonuçların belirsizliği altında ilerliyor…

Yanıtsız sorulardan birincisiyle tanıştık bile: Öcalan’ın çağrısı Suriye’deki Kürt hareketini kapsar mı kapsamaz mı? 

Akla gelebilecek bütün yanıtlar masada! Açık seçik bir yere bağlanmasını beklemek nafile… Ne de olsa ABD-İsrail tarafının tutumunu açıktan, pratikte çiğnemek söz konusu olamaz.

Cephe ise geçtiğimiz birkaç günde ilginç genişleme emareleri gösterdi. 5 Mart’ta PKK Avrupa Parlamentosu önünde, başka örgütsel imzalar kullanarak eylem yaptı. Öcalan’ın mesajına, dolayısıyla örgütün dağıtılmasına sahip çıkan eylemde dillendirilen taleplerden biri, Öcalan’ın özgürlüğüne kavuşmasıydı. Bir de Türkiye’nin AB’ye üye olması istendi.1 Eskiden de böyle bir “demokratikleşme” anlayışı vardı, ama esas olarak Ankara Batı’ya şikâyet edilirdi…

Eşzamanlı olarak, Trump’ın ABD ile Batı Avrupa arasındaki geleneksel askeri denklemi lağvedeceğini açıklaması üzerine, AKP iktidarı yeni “Avrupa güvenlik mimarisinde” Türkiye’nin yerinin vazgeçilmez olacağı tezini ortaya attı. Geçmişten bu yana AB üyeliği hedefini ekonomi üstünden anlamlandıran Ankara, yeni bir kısa yol fikri geliştirmiş oldu. 

AB’ye giden yol “Diyarbakır’dan geçerdi” bir zamanlar. Şimdi Kürtlerle bütünleşen Türkiye’nin büyüyeceği söyleniyor. Kürt hareketi de Türkiye’nin AB’ye alınmasını istiyor. 

Burjuva siyasetinde AB zaman zaman milliyetçi ve dinci argümanlara dayandırılan demagojik itirazlara konu edilir. Ama ana doğrultu tartışma kaldırmaz. Düzen AB’cidir. CHP genel başkanı Özgür Özel de, PKK eyleminin yapıldığı gün AB sosyal-demokratlarını buluşturan bir toplantı için yine Brüksel’deydi. Türkiye’nin AB üyeliği stratejik önemdeydi, Özel’e göre ve AB Türkiye’ye yapıcı davranmalıydı.2

Elbette “demokrasinin beşiğinden” söz ediyoruz. Varsın yaşlı Kıta’da ırkçı faşist rüzgârlar essin gürlesin. Türkiye’nin demokrasi yolu Batıdan geçmeye devam ediyor! 

Son zamanlarda sözü edilen demokrasinin içeriğine dair artık “muhtelif rivayet” bile yok. Bahçeli Kürtlerin pazarlıksız olarak “demokrasiye” iltihak etmelerini istedi. Öcalan da zaten Kürt hareketinin tarihi boyunca savunduğu bütün siyasal programların geçersiz olduğunu ilan ederek mektubunu demokrasi içinde hercümerç olmaya bağlamadı mı? 

Eskiden ortaya atılan talepler ve koşullar “demokratik çözümün” içeriğine ilişkin bir tarifi, beğenelim beğenmeyelim beraberinde getirirlerdi. Kendi kaderini tayinden “vur kurtulculuğa”, federasyon gibi siyasal yapı düzenlemelerinden “kimliği tanıma” gibi kültürel reformlara uzanan önermeler vardı. Artık bu “yüklerden” kurtulmuş bulunuyoruz. Kimin ne dediğine dair bilinmezlik kural haline geliyor.

Farklılıkların kaynaşması için Anayasayla mı oynanacak, yeni yasalar mı çıkarılacak bilmiyoruz. Ama Kürt sorununun çözümsüzlüğünden Cumhuriyetin sorumlu tutulacağının genel kabul gördüğünü söyleyebiliyoruz. Boşalan yeri dolduracak olansa kuşkusuz “din kardeşliği.” 

Bu kez, en azından şu ana kadar, laik kesimlerin üstünde tepinilmedi. Veya bu iş, cephenin bir ucundaki Hüda-Par’a bırakılmış görünüyor. Türkiye’deki etkisi geleneksel olarak feodal ağalarla sınırlı kalmış Barzani çizgisi ise makul bir orta yol halini alıyor. 

Öyle olmalı ki, CHP de rolünü oynayabilsin… Nasıl eski idamcı Bahçeli sürecin açılış törenine imza attıysa, konuyla ilgili yasal düzenleme ihtiyacını dillendirmek de CHP’ye düştü. Bir CHP milletvekili Meclis kürsüsünden “çözüme yönelik çabaları yürüten kişilerin ileride bir sorumluluklarının doğmaması” için kanun yapalım, deyiverdi.3

Bu gidişle sorunun çözümü adına sorun hakkında konuşmak gayrimeşru ilan edilecek. Şaka yapmıyorum, oraya doğru gidiyorlar. 

Sürecin kendince “ilerlediği” gerçektir. Yukarıda örnekleri var; yol alınıyor. Her geçen gün yeni örnekler yaratılacak. Ama bu yolun “işte çözüm” denebilecek bir yere çıkmasının mümkün olmadığı daha büyük bir gerçektir. 

Türkiye’nin her anlamda eşitliğe dayanan bir emekçi cumhuriyeti olarak nasıl yeniden kurulacağını tartışma ihtiyacı da her geçen gün daha derinden hissedilecektir.