Vurgulamak iyidir

Sıcak günler geride kaldı. Bir iki haftaya sıkışan güz mevsimi karla birlikte yerini kışa bırakırken, baktık ki, Eylül'de direnişin parlayacağı beklentisi pek gerçekleşmemiş. Tamam, statlar ve okullar “bizim” ama toplum buna alışmaya başladı. Ekonomi ise şimdilik aksak topal idare ediyor AKP açısından.
Neredeyse iktidar partisinin yerel seçimlere bayağı soğukkanlı yaklaştığını düşüneceğiz. CHP'de gündem, AKP'yle mücadeleden ziyade “aday adayları trafiğinin içinden nasıl çıkacağız” telaşı. MHP için, bu köşede kaç kez, muhalefet falan olmadığını yazdım, hatırlamıyorum. BDP'de ise son olarak Demirtaş iktidara çatmış: “Siz siyasi partisiniz de biz AKP'ye yardım derneği miyiz?” Bana hayli manidar ve acı geldi...

Doğrusu, Haziran ayında hükümeti istifaya, meclisi seçime zorlamak için parmağını kımıldatmayıp diktatörlüğün ömrünü uzatan bir muhalefet yelpazesi bu.

Bu tabloya bakıp AKP'nin iktidar döneminin yeniden düze çıktığını düşünenler az değil. Hani birinci dönem meşruiyet kazanmaya çalışıyorlardı ikincide tasfiye harekatına giriştiler üçüncü de yeni rejim ilan edildi ya... Haziran 2013'ten itibaren de bir başka AKP dönemi. Nasıl ilk üçü birbirinden farklı idiyse, bu da biraz farklı olacak elbette. Ama sonuç olarak bir AKP dönemi...

Biz tersini söyledik.

Demiştik ki, artık AKP'li bir statüko olmaz. Artık AKP altında bir “normal dönem” yaşanamaz. Erdoğan oradayken ilişkiler kurallı, olağan hale gelmez.
Kriz istisna değil kural oldu. AKP'ye ne ömür biçileceğinden bağımsız olarak böyle.

Belki de biz bunun altını çizerken, “ee ne var bunda” diye içinden geçirenler olmuştur. Belki anlatılanı, görünen köy diye dinleyip “bu vurgunun ne gereği var şimdi” diye soran vardır.

Bu satırları okuyorlarsa, birkaç dakika durup o vurgunun yararını düşünmelerini öneririm.

Kriz beklentisini Eylül'e ayarlı bir saate bağlayanlar, bizim vurguladığımız yaklaşımı anlamamışlardır. Ekonomik kriz de patlayabilirdi pekala ama biz bu somutluktan söz etmiyorduk yalnızca.

Saatlerini sokağa değil düzenin iç dengelerine ayarlamış olanlar da vardır. Zaman gazetesinin bir muhalefet organı olarak düşünülmesi gerektiğini söyleyenleri duydunuz mu? Gül'ün Erdoğan'la mesafesini ilericilik için sıçrama tahtası sayanlara rastlamışsınızdır. Böyle yaklaşanlara, önümüzdeki günlerde Sarıgülcü de denecek.

Biz “AKP hükümetteyken Türkiye normal bir ülke haline gelemez” derken, ne dengelere ne de sokak aktivizmine endeksledik kendimizi. Bizim vurgulamak istediğimiz halkın direnişte kendini gösteren deviniminin sönmeyeceğiydi. Bu devinimin Haziran'daki temel zaafının, yani örgütsüzlüğünün ve pusulasızlığının giderilmesi için uygun bir atmosfer sunduğunu da kast ediyorduk.

Biz, solun durumu değiştirebileceğini ve halkın sola kucak açabileceğini vurguluyorduk. Yaptığımız vurgudan sol siyaset çıkıyordu. Bir anlamda, “biz yaparsak olur” diyorduk.

Bazen bunu ancak küçük veya mütevazı şeyler için söyleyebilirsiniz. Fazlası abartı olur, adama iradeci derler, hatta maceracı...

Haziran'dan sonra “biz yaparsak her şey olabilir”in kapıları ardına kadar açılmıştır. “Normalizasyon yok, kriz var” derken vurguladığımız kendimiziz. Yani sol ve halkımız.

Baksanıza, vurgulanan halkımız ile biz değil de, bizden ve halkımızdan bağımsız birtakım faktörler olursa, o yol Yılmaz Özdil'e kadar çıkabiliyor. Özdil, normal bir başbakanımız olduğunu düşünüyor belli ki. Sadece Reyhanlı'daki ve Taksim'deki aşağılamanın geri gelmeyeceğine inananlar, Esat'ın Erdoğan'ı aşağılamasından alınganlık çıkarabilirler.

Bizim vurgumuz, Eylül geçtikten sonra da “bu daha başlangıç” diyebilmeye imkan sağlar.

Boşa değilmiş yani...