Uzlaşma ile hesaplaşma arasında

Bir taraf diğerini darbecilikle suçlayacak, diğerleri ortaçağa dönüş diyecek. İki taraf birbirlerinin kirli çamaşırlarıyla oynayıp duracak. Fotoğraflar, doğru veya uydurma haberler servis edilip duracak...

Sonra bir kapışılıp bir uzlaşılacak! Uzlaşırken itişilecek, kapışırken pazarlık edilecek...

Türkiye'de burjuva siyasetinin durumu budur ve bunda şaşılacak bir şey yoktur. "Düzen içi" nitelemesini ilgili olayı hafife alma, küçümseme niyetine kullanmak sık sık yanlışa neden olur. Burada tarif etmeye çalıştığım ise bir objektif durumdur. Laikler ile dincilerin uzlaşma ile hesaplaşma arasında gidip gelmeleri bir objektif durumdur.

Dahası bu kesimlerin her hesaplaşması yeni bir uzlaşmanın açılışını yapmakta, ama her uzlaşma yeni bir hesaplaşmayı zorunlu kılacak olan bir kriz dinamiği anlamına gelmektedir.

Birinci soru, bu ilginç özelliğin nerden kaynaklandığıdır. İkincisi olarak ise bu özelliğin sonsuz olup olmadığı, ya da nereye kadar süreceği sorgulanabilir.

İlkinden başlayıp maddeler halinde özetlemeyi deneyeyim:

Bir: En genel düzeyde Türkiye'de laiklik deneyimi dengecilikle malul olmuş, siyasetin merkez partileri ve devletin temel kurumları dini ve dinci siyaseti bir enstrüman olarak hep korumuşlardır. Birbirini tamamlayanlar arasında düşmanlıkların öne çıktığı evrelerde bile eski ortaklığın yaradığı işler hatırlanmadan edilemez.

İki: İdeolojik düzlemde de akrabalık ilişkileri sürmüş ve karmaşıklaşmıştır. Burjuva laikliğinin kardeşi burjuva milliyetçiliğinin dinsiz yapamayacak olması, dincilerin de ideolojilerini milliyetçi-şoven unsurlardan arındırmayı akıllarının ucundan geçirmemesi, Türkiye İslamcılığının doğuculuktan emperyalizm yandaşlığına geçişini sessiz sedasız çoktan tamamlaması ve batı kapitalizmiyle uyum için çeşitli denemelerde bulunması akrabalığın zeminini oluşturur.

Üç: Tamamlayıcılık aynı zamanda bir karşılıklı gebelik hali yaratmıştır. "Laik" devletin kontrgerillasının tarikatlara oturduğu, nurcuların başına geçen şahsın komünizmle mücadele derneklerinde yetiştiği bir ortamda başka türlüsü mümkün değildir. Bu alanın bilinenden ve sanılandan çok daha karmaşık bir içiçelik barındırdığı gözden kaçırılmamalıdır. Bugün Türkiye'de devlet iki temel kanadın elinde paylaşılmıştır ve bu parçalanma hali bir kriz anlamına gelmekle birlikte, işler bir biçimde yürümektedir.

Dört: Böylece bir koalisyon oluşturmakta olan taraflar sadece birbirlerinden değil, birbirlerinden kopmaktan da korkmaktadırlar. Bu kopuşun yaratacağı şiddet sermaye sınıfının tercihi olamaz. Burjuvazi yapısı gereği konformisttir. Çatışma kokusu aldığı yerde, "başka bir yolu yok mu" diye sormadan edemeyecektir "piyasalar". Sermaye sınıfına servis sunan akımların da kavga düşkünlüğünün bir sınırı olmalıdır.

Beş: Türkiye'de burjuva siyasetinin bir bölümü değil, bütünü halksız ve kitlesiz iş görmeyi benimsemiştir. Yukarıdan modernleşmeciler halk katılımını değil kontrolünü tercih etmişlerdir de, dinciler kitle mücadelesini bağımsız bir faktör olarak mı kavramışlardır? Bu noktada modernleşmecilere haksızlık yapılmaktan artık vazgeçilmelidir. Türkiye'de dinci hareketin karşı-devrimci kitle eylemleri süreklileşmiş bir karakter özelliği değildir. Dinciler için de kitle, esasen seçmendir. İki taraf, tam boy bir hesaplaşmaya kalkıştıklarında kontrolcülüğü unutmaları gerekeceğini bilmekte, hissetmektedirler. Bu korku başlı başına bir uzlaşma nedenidir.

Altı: Kitlesizlik, tüm kararların şekillendiği özel bir siyaset düzlemi yaratmıştır siyasal süreçler (başka yerde değil) devlet katında kristalize olur. Burası, sınıf mücadeleleri karşısında bir muhkem mevkidir. Burada hesaplaşma ve uzlaşma iki dışlayıcı seçenek değil bir sentez oluşturur. Bu düzlemi zayıf düşürecek şiddette çatışmalar öyle kimse tarafından kolay kolay göze alınamamaktadır.

Yedi: Emperyalizmin de genel olarak uzlaşma vaaz etmesi bununla bağlantılıdır. Sovyet sonrası dönemde Türkiye Cumhuriyeti emperyalizme bir boy büyük gelmiş olabilir. Ama büyük geliyor diye, içinden ne çıkacağını kimsenin bilemeyeceği bir kaosun da tıpası açılmaz! Kontrolden çıkmış bir Türkiye dünya çapına kolaylıkla ulaşacak dev bir kriz demektir.

Uzun bir teorik tartışmanın konusu olan bu notları bir yerde kesmek zorundayım.

Peki nereye kadar uzlaşma ile hesaplaşma ayrılmaz ikili oluşturacaklardır?

Herkes bilmelidir ki, bir süredir Türkiye'ye cumhuriyet ve dincilik, laikler ve tarikatlar, ilericilik ve tutuculuk birlikte sığamaz oldular. Bu, düzen içi tarafların tercihlerinin ötesinde bir tarihsel ve nesnel durumdur. Süreç hesaplaşmanın derinleşmesi yönünde işlemeye mahkumdur.

Uzlaşmacılığın hiç terk edilmeyecek olması hesaplaşmayı devre dışına itmeyecek, dışlanan kitlelere, sınıf mücadelesine alan açacaktır.