Türk Milliyetçiliğinin Çıkışı Var mı?

Başlığını yazdığım konuya girmeden önce soL okurlarına merhaba demeliyim... Bugünden başlayarak Salı, Perşembe ve Cumartesi günleri buluşacağız.

soL'a internette gazete değil de, aylık ya da haftalık fiziki bir dergi olduğu sıralarda yazmışlığım var. Ama aradan yalnızca çok zaman değil, işlev, biçim, iddia, kadro gibi bir dizi alanda köklü değişimler de geçti. Dolayısıyla bir yeni merhaba demekte sakınca yok.

Bunca zaman düzenli katkı koymadığım bir yayın organına neden şimdi bulaştığım sorusunun yanıtı, bu "merhaba"dan daha fazla merak konusu olabilir. Çok basit olması nedeniyle bana biraz gereksiz gelse de, söyleyeyim. Biz bir kolektifiz ve belli bir görev bölüşümü çerçevesinde bana bugüne dek başka işler düştü. Fazla uzun olmayan bir zamandır, soL ile kolektif içi bir görev bölüşümü anlamında ilgileniyorum.

Bir yayın organıyla ilgilenmek de yazmadan olmuyor.

***

Beni esinlendiren, hafta sonu futbol sahalarında yapılan deklarasyonlar. Faşizmin kitle örgütlenmesinde ağırlıklı yer tutan futbol camiasının, önümüzdeki haftalarda Trabzon ve Elazığ'ı yalnız bırakmama ihtimali, ne yazık ki yüksektir.

Hatta bu aralar, bir dizi küçük beyin, Trabzonsporlu faşizmin beyaz berelerle, Elazığsporlu faşizmin ise rakip takımın kenti Malatya'yı Ermeni ilan ederek kendi kalelerine attıkları golleri nasıl çıkartırız diye düşünüyor olabilir. Elbette bir olasılık da, küçük beyinlerin bu örnekleri yaratıcılık zirvesi saymalarıdır!

Türkiye'nin ideolojiler denizinde liberalizm ile milliyetçiliğin tahterevallinin iki ucuna oturduğu yolunda bir masal hâlâ hüküm sürebiliyor. Kemal'in (Okuyan) üstünden daha bir hafta geçmeyen yazısını, o yazıdaki liberalizm ile milliyetçiliğin arasında bir mücadele değil karşılıklı besleme ilişkisi olduğu tezini tekrarlamayacağım.

Benim sorum, güncel gelişmelerin Türk milliyetçiliği için bir çıkış yolunu gösterip göstermediği...

Önce Türk milliyetçiliğine ilişkin birkaç temel saptama.

Bir Türk milliyetçiliği tarihsel olarak bir "son çare"dir. Osmanlı-Türk burjuva aydınları diğer bütün seçenekleri tek tek denemiş, en son elde kalanı da mecburen allayıp pullayıp resmi ideoloji kürsüsüne yerleştirmiştir. Bu resmiyetin ayıp örtme yeteneği tükeneli çok oldu.

İki son çare milliyetçiliği kurucu olmaktan ziyade reaksiyoner, tepkicidir. Bu genel karakterin bir zaafı ifade etmekten kurtulduğu dönemler siyasal zafer dönemleridir. Örneğin 12 Eylül'ün devrimci hareket karşısındaki başarısı, milliyetçiliği "yükselen sosyalizm"in reaksiyonu gibi tali bir akım olmaktan geçici olarak çıkarmıştır. Benzer bir mekanizmanın Kürt kimliği karşısında işlemediğini biliyoruz.

Üç son cümleden Türk milliyetçiliğini çökertenin Kürtlük olduğu anlaşılmasın. Sorunun kaynağı daha geniştir ve dünya çapında tarihsel bir dönüm noktası ile Türkiye'nin özgünlüğü çakışmıştır. 1990'larda dünya kapitalizmi ulusların sonunu ilan etti. Sınır tanımaz emperyalizmin mutlak egemenliğini kasteden bu ilan, başka türlü de okunabilir, hatta okunmalıdır: 1990'larda burjuvazi iki yüzyıllık ulus ve milliyetçilik tezinin iflasını ilan etmiş, ya da kapitalizm kendi tarihsel gelişim sürecinde inkar ettiği miras listesine ulusu ve milliyetçiliği de eklemiştir. Türkiye'nin böyle bir dünyaya eski resmi ideolojisiyle eklemlenmesi mümkün olamazdı. Temeli çürük Türk milliyetçiliğinin krize girmek için artık çok nedeni vardı.

Dört asimilasyon yoluyla kurulan ulus kimliğinin bileşenlerine ayrışması dünya çapında hem nesnel bir gelişimdir, hem de bu eğilim emperyalizmin politik keyfiyetiyle çakışmıştır. Ayrışmanın geri döndürülüp yeni bir asimilasyon dalgasının yükselmesi kanımca şu an gündemde yoktur.

Beş açığa çıkan yeni milliyetçi hareketler ve bunlara reaksiyon veren eskileri, artık topluca etnik karakter kazanmaktadır. 19. yüzyılın Avrupalı, 20. yüzyılın sömürge toplumları için milliyetçiliğin oynadığı birleştirici rol bitmiştir. Milliyetçiliğin, ister ezen ister ezilen etnisitelere ait olsun, her türü artık bölücü, ayrıştırıcıdır.

Bugün orda burda ve futbol sahalarında işaret veren milliyetçi toparlanmadan, Türkiye toplumu açısından pozitif, kurucu, bir arada tutucu anlamda "çıkış" beklenemez. Ancak, milliyetçilik kendisine sunulan reaksiyon alanına "hiç yoktan iyi" diyecek ve tüm varlığıyla bu alana sarılacaktır. Bu, tartıştığımız akımın iflah olması anlamına gelmez ama kapitalizmin yıkıcılığını katlayarak artırır.