Tayyip: Nereye 
kadar deliyi oynar?

AKP’li yıllar emeğe, akla, kadına, gence saldırının yanısıra oportünizm yıllarıdır. Yani bunların dinciliği de faşistliği de ilkeli falan olmamıştır. Sadece baştaki “biz çok değiştik, demokrasiye inanıyoruz, müslümanız ama demokratız” türü takiyye değil kast ettiğim.

AKP hep pazarlıkçıydı. TÜSİAD’la, AB’yle, kemalist denetimindeki kurumlarla, Kürt liderliğiyle, İsrail’le... herkesle sahtekarca pazarlık yürüttüler. Sıkıştıklarında lafı 180 derece çevirmekten, yalan söylemekten, inkar etmekten, gürültü koparıp gündem değiştirmekten geri durmadılar.

ABD’nin Irak işgaline balıklama dalmak konusunda zamanın “Kemalist” ordusu kadar cüretli olamadılar, ama hemen Okyanus’un öte tarafına koşup salya sümük yalvarmaya koyuldular.

İsrail’le kan dökülecek noktaya geldiler, ama askeri anlaşmalar, eğitimler, patriotlar gibi sayısız konunun sahnenin önündeki küfür kıyametten etkilenmemesi için ellerinden geleni yaptılar.

Bunlar böyledir! Mazeretleri kendi cahil/yobaz tabanlarını tatmin etmek için yeterlidir. Derler ki, “din için savaşıyoruz ve her şey mübah.” Mazlum oyununu sevmeleri de bununla bağlantılıdır. Mazlum olmak Tayyip ve takımına “Darül harb’deyiz” diyebilme olanağı verir. Madem ki gavura karşı savaşıyorlar, yalan da, vicdansızlık da, alçaklık da caiz! Hırsızlık din savaşı için ayrılan meşru pay... Bu ideolojik arka plan hukukun bir tarafından girip öte tarafından çıkılmasına da cevaz verir.

Bizim durduğumuz yerden bakıldığında bu performans delilik oluyor. Haa gerçekten de, objektif olarak öyledir. Bu sapıkça, çılgınca, akıldışı bir icraattır. Bizim durduğumuz yer, bunların saçma kurgularından çok daha hakiki olduğu için, Türkiye ve Ortadoğu “Ortaçağ karanlığına” değil, basbayağı bir Aydınlanma platformuna yatkın olduğu için, sosyalizmi hak ettiği için karşımızda sapık, deli, cahil ve yobaz bir düşman olduğunu rahatlıkla ve iddiayla söyleyebiliriz.

Başlıktaki soruya geleyim: Nereye kadar?

Bizimle, halkla, ilericilikle karşı karşıya geldiklerinde, sanmayalım ki yine zoru gördüklerinde pazarlığa oturacaklar! Hayır, bu olmayacak...

Sonuna kadarcılık, artık sadece bir ideolojik zorunluluk değil. “Şeriatçılar ve sonuna kadar gitmek isteyecekler.” Doğru cevap ama yetmez. O an gidemiyorlarsa hemen kıvırabilirler çünkü.

Sonuna kadar çünkü bu krizin ortasında ancak koşarlarsa iki ayakları üstünde durabilirler. Yavaşlayan düşer. Muhalefete değil, hapse! Kaçabilen Katar’a öteki Amerika’da villa alacak, Suudilere sığınacak. Yoksa savaş suçu, katliam, hırsızlık, iç savaş kışkırtıcılığı, anayasal ihlaller... içeri girecekler ve çıkamayacaklar.

Yani artık AKP sonuna kadarcılığa mahkumdur. Şef deli değil, strateji uzmanı oldu! Ya da böyle bir strateji ancak delilere nasip oluyor!

Bu nedenle AKP ile pazarlık ettiğini zanneden, onunla tartışan, uzlaşan muhalifler kör ve akılsızdırlar.

Bütün bunlara rağmen Tayyip’in kazanması asla ve kata mümkün değildir. AKP’nin ılımlı yollarla düşmesi de mümkün değildir. 30 Mart’ın bir hesaplaşma olacağını ilan eden Erdoğan’dır ve karşısındakiler, yani faşist, sağ sosyal-demokrat, Kürtçü ve -atlamayalım, hafife de almayalım- pür liberal muhalifler duymazdan geliyorlar.

30 Mart akşamı kazandığını düşünecek bir Tayyip, bu sonucu herkesi ezmenin meşru olduğuna yoracaktır. Tersi olduğunda ise kaybedecek bir şeyi kalmamış olacak ve yine saldıracaktır. Haziran’dan beri tek hitap ettikleri cahil/yobaz takımının kökü Maraş’ta, Sivas’ta. Bunlar doluştukları İstanbul’u, Ankara’yı bırakıp, Mısırlı katil Kardeşleri gibi Sina’ya çekilmeye rıza göstermezler.

Şeflerinin ise gözleri Ukrayna’da, kulakları Venezuela’da. Faşist kimliklerini ilericilikle boğaz boğaza getirdiklerinde, Batının pek demokratik büyük güçlerinin kendilerini desteklemeyi tercih edeceklerini düşünmektedirler. Haklıdırlar.

O halde Türkiye bir an önce seçim ve aynı anlama gelmek üzere hesaplaşma havasına girmelidir.