Suç varsa...

Suç varsa ama yargılama mekanizması kalmamışsa, tasfiye edilmişse, suçlular tarafından el konulmuşsa, ne olacak?

Barış Derneği ve Hukukta Sol Tavır Derneği bu soruya yanıt veriyorlar.

Konumuz savaş suçları…

Suriye’de çatışmalar patlak vereli beri bir dizi “suç duyurusunda” bulunuldu. Bu girişimler “bağımsız Türk mahkemelerinin” AKP’ci duvarına çarpıp bilinmeze gittiler! Türkiye’de hukukun bağımsızlığını yitirdiği çoktandır en yetkili ağızlar tarafından kabul ediliyor, mahkemeler AKP’ye bağımlılıklarını her hafta yeni örneklerle kanıtlıyorlar.

Öte yanda uluslararası durum farklı mı? Yugoslavya’nın üstünde ter ter tepinen “uluslararası hukuk” diğer örneklerde kılını kıpırdatmadı. Oysa bir kere, suçların sonuçları sabit. Yalnızca Türkiye’de 3 milyon civarında göçmen bulunuyor. Yurt içinde veya dışarıya göç ederek yaşadıkları yeri değiştirmek zorunda kalan Suriye vatandaşlarının sayısı 12 milyon. Yani çatışmaların ülkeyi sarmasından önceki nüfusun yarısından fazla! Ölü sayısı ise kimi kaynaklara göre 400 bine kadar yükseliyor…

Bu sonuçların ortaya çıkmasında “suç” olmayabilir mi?

Kuşkusuz var ve “şüphelerin” en fazla yoğunlaştığı ülkenin de Türkiye olduğunu biliyoruz. Bütün dünya biliyor. Bizzat Tayyip Erdoğan “TIR’larda silah olsa ne olacak” diyebiliyor. Hukukun olmadığı yerde, evet bir şey olmayacak! Hukuk var olsa, sözü edilen olay Türkiye yetkililerinin bir komşu ülkeye dönük savaş çıkarma ve kışkırtma fiillerini hayata geçirdikleri anlamına gelecek. Cezası var!

Siyasetin hukuku baskılaması istisnai ve yeni bir olgu değil kuşkusuz. Vietnam Savaşı’nın sorgulanabilmesi, sanık sandalyesinin tescilli adayı ABD’nin kendisiyken formel olarak nasıl mümkün olabilirdi ki? Russell Mahkemesi 1966’da uluslararası bir sivil mahkeme olarak meşruiyetini, emperyalizmin uluslararası hukuku baskılamasından almıştı. İnsanlığın vicdan kaydına geçen, bu mahkemenin kararları oldu: ABD hükümeti Vietnam’a karşı saldırı suçu işlemişti. Sivil hedeflere saldırı suçu işlemişti. Tayland, Filipinler ve Japonya hükümeti bu suçlara ortaktı. ABD savaş hukukunca yasaklanan silahları kullanmıştı. Savaş esirlerine yapılan muamele yine savaş hukukuna aykırıydı. Sivillere dönük uygulamalarsa insanlık suçu kapsamına giriyordu. ABD hükümeti Vietnam’da soykırım suçlusuydu… ABD’de herhangi bir resmi mahkemenin veya dünya üzerinde yine resmi bir makamın böyle bir prosedürü izlememiş olmasının bir kıymeti var mı, bugünden bakıldığında? Emperyalizmin belirlenimi altındaki formel mahkemeler çöptür. Russell mahkemesinin enformel kararları geçerlidir.

Siyaset hukuku baskılar. Türkiye’nin Kore Savaşına sokulmasını sorgulayan Türk Barışseverler Cemiyeti kapatılmıştı. Ama ne gam; dönemin Demokrat Parti hükümeti Kore halkına karşı suçlu olduğu gibi, çocuklarını ölüme yolladığı Türkiye halkına karşı da suçludur. Geriye kalan hakikat budur.

Suçun varlığı resmi bir yargılama prosedürünü otomatik olarak davet etmiyor. Resmi bir işlemin yapılmaması, yapılamaması suçu ortadan kaldırmıyor.

Suriye konusunda bu boşluk bir ihmalin, aksaklığın ürünü değildir. Tersine hukukun engellenmesi suçun parçalarından biridir.

İşlem yapılmaması suçu ortadan kaldırmamakla kalmaz. Hukuk ve onun dayanması gereken hak ve adalet kavramları kaynağını toplumdan, halktan alırlar. Hukuk devlet yapılanmasının parçasıdır, ama devlet kertesinde örgütlenememesi, hayata geçirilmemesi halinde, kaynağa geri dönmek tek ve meşru yol olur.

Savaş suçu varsa yargılanacak. Egemen siyaset ve onun baskıladığı hukuksal mekanizmalar, savaş suçunu tartışmayı bile hoş göremiyorsa, o zaman toplum adına, halk adına, adalet ve hak kavramlarına dayanan inisiyatifler meşrudur.

Soruya verdiğimiz yanıt budur ve AKP ne yaparsa yapsın, Erdoğan sonrası yöneticiler, hükümetler veya rejim ne pozisyon alırsa alsın, vicdanın kayıtlarına geçecek olan, daha baştan belli. Yargılanacaklar ve mahkûm olacaklar!