Solun Ortası

Biliyorsunuz, Ömer Laçiner geçenlerde, böyle bir sosyalizmin parçası olamayacaklarını ilan etmişti. Geçen akşam bir televizyon kanalında Birikim dergisinin sosyalistlikten feragatı tartışılırken solun yelpazesini yansıtan bir bileşim oluştu.

Ekrandaki görüntü ve gerçekler açısından sağdaki ikili AKP solculuğunu, soldakiler ise ülkenin iki önemli sol kanalını, devrimci demokrasi ve geleneksel solu temsil ediyorlardı. Sağdakiler AKP'nin doğrultusunu göstermelik rezervlerle savunuyor, soldakiler ise solun bu sürece olsa olsa direnerek var olabileceğini dile getiriyorlardı.

Türkiye solu başka kriterlerle farklı kombinasyonlar oluşturarak da resmedilebilir. Ancak burada seçilen kriter, ülkenin temel toplumsal ve siyasal dönüşümüne bağlı olduğu için hayli kapsayıcıdır.

Sorun ise ortadaydı. Ertuğrul Kürkçü'nün ortaya oturması makul görünüyordu. AKP'yi eleştiriyor ama mücadelede hedef tahtasına yerleştirmiyordu. Düzenin bir kanadı AKP ise, o diğer kanatlara da eşdeğer bir karşıtlık sergiliyordu. Zaten 12 Eylül referandumunda da boykot demişti... Sağdakiler o kadar sağcı ve gayrı samimi idiler ki, Kürkçü program boyunca sık sık Birgün gazetesi ve TKP temsilcilerine yakınlık göstermek durumunda kaldı. Ancak bu tutum bir tarafgirlik anlamına kesinlikle gelmiyordu...

Yine de sorun ortadaydı!

Bu girişten sonra bahsi geçen televizyon programını ve Kürkçü'yü bırakıyorum. Solda çeşitli kriterler kullanarak yapılacak tasniflerde ortanın durumu hakkında bir şeyler söyleyerek devam edeceğim. Gözümün önüne Kürkçü gelebilir, konular ona denk düşebilir. Bu, derdimin bir kişiyle ilgili olduğu yolunda yorumlanmamalıdır. Elden ne gelir bu tartışma, bir film jeneriğinde yazılabileceği gibi tümüyle kurgusal değildir, tersine gerçek yaşamdan alınmıştır...

Emperyalizmin Türkiye'yi tehdit etmediği, yönlendirmediği ve böyle bir sorun olmadığı, bugün sol söyleme tutunabiliyor. Ancak bu tezlerin üç kuruşluk ciddiye alınırlığı varsa, bunu AKP'nin memleketi yalama etmesine, bağımsızlığın bir değer olarak hayli yıpranmasına borçlular. AKP'nin mevcut ilişki tarzını çıkartın, günümüz Türkiye'sinden solda kimse emperyalizmi hafife alan laflar edemeyecektir.

Karşı konum bellidir. AKP emperyalist sistemin hiyerarşisi içinde, merkezden salgılanan etkilerle birlikte analiz edilir. Türkiye sistemin bağımlı bir üyesidir ve günümüzde bağımlılık mekanizmaları görülmemiş ölçüde takviye edilmiştir...

Ortada durunca ne denir, peki?

Örneğin AKP'nin üstünde yükseldiği iç dinamiklere gereken önemin verilmesi gerektiği dillendirilebilir. Emperyalizmin büyük bir güç olduğu, ancak bu gücün başka alanları görmemizi güçleştirecek ölçüde abartılmaması gerektiği söylenebilir. Akla pek yatkın gelen, kırk yılı aşkın zaman önce kullanılan “içsel olgu olarak emperyalizm” formülü hatırlatılabilir. Yani emperyalizmin dışsal ve yabancı bir güç olmadığı, içerdeki toplumsal yapıyla bütünleştiği anlatılır. Biraz daha devam edilirse, AKP'nin gücünün abartılı dış faktör tarifleriyle küçümsenmemesi gerektiğine sıra gelecektir. Bu noktada örnek olsun diye, AKP'nin geleneksel Türk dış politikasının kalıplarının dışına çıktığı ve emperyalist merkezlere ters tutum ve söylemler geliştirebildiği de söyleniverir.

Sonuç koskoca bir yanlış olacaktır! Bu sonuç, emperyalizm dışı veya karşıtı tutum ve söylemlerinin günümüzde emperyalist hiyerarşiye nasıl eklemlendiğini perdeler. Daha yalın bir ifadeyle, emperyalizmin bugün bölgede yeni İsrail'lere değil, müslüman bir İsrail'e ihtiyacı vardır. İsrail demişken merak ettim acaba oranın solunda da iktidarların davranışlarından hareketle emperyalizmden özerklik analizi yapan ortacı solcular var mıdır! Emperyalizmi abartılmamak şeklindeki üçüncü yol, bize emperyalizme karşı ne yapacağımızı söylemez...

Ortada durunca başka ne olur?

Türkiye Cumhuriyeti'nin yok edilmesi karşısında zevkten sarhoş olanlar ile solun Cumhuriyetin inkarı değil, tarihsel mirası üstünde kurulduğunu savunanlar arasında nasıl durulur ki? Burada da örneğin “sınıf” kavramına sarılmak akla gelebilir. İyi de, sınıf kavramı diğer tezlere de gayet içseldir. AKP'ci sol basbayağı burjuvazinin yükselen kanatlarını pazarlamakta, diğer taraf ise cumhuriyetin çöküşünün nedenini komplolara değil, cumhuriyetin burjuva karakterine bağlamaktadır. Burada üçüncü seçenek, olsa olsa bu “banal” tartışmaların üstünde, çok daha ulvi karakterde bir “işçi sınıfı çıkarı” tarif ederek geliştirilmek durumundadır. Kanımca böyle bir seçenek teorik olarak var olmadığı gibi, günümüz Türkiye'sinde hiç yoktur. Sosyal hakların gasp edilmesiyle dinci organizasyonların yardım dağıtmaları birbirini bütünler.

Fazla uzatmayıp son bir örnek vereceğim. Ortada olunca kaçınılmaz olarak birleştirici misyonlar boy atar. Ne de olsa, uçtakiler birbirlerine en fazla laf veya kafalarına bardak atabilirler. Ortadakinin eli ise iki tarafa da değebilir.

“Evet, sosyalistlerin arasında derin anlaşmazlıklar var. Ama yine de bu anlaşmazlık 'sosyalistler arasında'dır. Dolayısıyla tartışmaya ve birleşmenin imkanlarını kurcalamaya devam edelim...” İyi de, aynı olguya gericilik veya yükselen faşizm diyenlerle demokrasi ve özgürlük tabelası asanlar daha ne kadar kardeşçe tartışabilir? Tartışırlarsa, tartışmaktan başka bir şey yapabilirler mi? Oysa, yapılması gereken, birilerinin topluca AKP'nin sol cebine girmesi, diğerlerinin ise AKP'nin karşısına birlikte barikat örmeleridir. İzlenecek biricik yöntem bu olabilir. Birlikte bir iş yapma zeminine sahip olanların, kendi aralarında çok daha yapıcı, ilerletici tartışmalar yürütmeleri de mümkün olacaktır.