Solu başkalaştırmak

Bunun da miladı 12 Eylül'dür! 12 Eylül yalnızca devlet terörü, idamlar, işkenceler değildi. Solda, ağır baskı karşısında direnişe eşlik eden tek eğilim aktif siyasetin terki de olmamıştır.

Önce içe dönmek, sonra yoldan çıkmak ve ardından liberalizme iltihak etmek en yaygın seçeneği oluşturur.

1970'lerin sonlarında devrimin eşiğine geldiği düşünülen Türkiye'nin aslında ne kadar da sivil toplumdan bihaber ve demokrasiden uzak olduğunu vurgulamak, bunun içine cahil, kaba ve kifayetsiz bir solu yerleştirmek hızla moda olmuştu. Devrim için daha çok fırın ekmek yemeliydik. Diğer yandan devrimin arifesinde olduğu vehmine kapılan solcunun bu temelsiz beklenti adına günü yaşamaktan uzaklaşması, insani değerlerini yitirmesi vb de başka bir konuydu. Devrimcilik solu geliştirmemiş, tersine geriliklere sabitlenmesine neden olmuştu. Sol stalinistti, en fazla zamanına ve mekanına göre bir değer taşıyan leninizme kölece sadıktı, kemalistti...

Bu kişiliksizleştirici operasyonu, ne solun makul çıkış arayışlarından biri olarak görmek mümkün, ne de birkaç sert yumruk alan boksörün gardının düşmesine benzetmek. Kimileri iyi niyetle bu yola girmiş, başkalarının mecali kalmamış olabilir. Ama günah çıkartma ayinlerinin ve liberalleşmenin özneleri de vardı. Faşizmin boğucu baskısını fırsat sayan kimi çevreler solu başkalaştırmak için kampanya düzenliyorlardı.

Bu kadar söyledikten sonra adlarını da telaffuz edelim. Bu dalganın bir önemli odağı Birikimcilik olmuştur. Yani Belge-Laçiner ekibi. Liberalleştirmenin ikinci odağı -sonradan kemalizme yönelmişse de- dönemin Aydınlıkçı saflarında şekillenir. Bugünkü Perinçek, kişisel olarak önde gelen militanı değildir, ama Çalışlar-Berktay ekibi oradadır.

1970'lerde kendi kulvarlarında en uçta oynayan bu yeni solcu ve maocu aktörlerin yarattığı etki, bunların saflarına doğru büyük bir kadro kayışı biçimini alamazdı. Daha kötüsü oldu ve sol liberalizm çeşitli hareketlerin dokusuna sızmaya başladı.

12 Eylül'ü kısa bir arayla izleyen bu yönelimler solu başkalaştırma doğrultusundaki birinci operasyondur.

Ancak bu operasyonun solun dokularını seyreltmenin ötesine geçmesi için 1985 sonrasında Sovyet sosyalizminin uğradığı ihanet gerekecekti. Günah çıkarma ayinlerinin merkezi partili sola kaydı, ikinci liberalleştirme operasyonu Nabi Yağcı'nın adına kaydoldu. Bu kez solun en önemli hareketlerinden biri, yerine göre sovyetizmin, stalinizmin veya leninizmin kalelerinden sayılan TKP başkalaştırılıyordu. Kanserli hücreler örgütlü sola sıçramıştı. Sonuç birkaç yıl içinde TKP, TİP, TSİP, TKEP gibi partilerde temsil edilen geleneksel solun, birlik ve yenilenme güzellemeleri altında tasfiye yoluna girmesi olmuştur.

Yetmedi üçüncü operasyon 1990'ların ortalarında gündeme geldi. ÖDP'nin yarattığı dalganın bütünüyle liberalizmin kazanımı olarak görülmesi yanlıştır ve umutla mücadeleye katılan devrimcilere, özlediği solun siyaset alanına dönüşünden heyecanlanan aydınlara haksızlık olur. Aynı yeni sol veya maocu devinimlerin içinde de devrimciliğin yeşerebilmesi gibi...

Ancak son dalgaya Ufuk Uras'ın binmesi de rastlantı değildir. ÖDP bir yanıyla solda yükselişi temsil etmiş, diğer yandan da Belge-Laçiner, Çalışlar-Berktay ve Yağcı birikimini veya birikintilerini siyasal örgütlenme ve toplumsal hareket alanlarına taşımıştır. Somut olarak Uras bu çamurlaşmayı temsil eder.

Birinci operasyon ANAP'la, Özal'la teşriki mesai içindeydi. İkincide Özalcılık sürmüş ve derinleşmiş, bunun yanına Demirelcilik eklenebilmiştir. Üçüncüsü Uras'ın milletvekili olduğu ve ÖDP'yi terk ettiği dönemde, 2007'den itibaren AKP'cilik biçimini aldı. Bu son evrede otuz yıldır solu liberalleştirmeye çalışan operasyonların temsilci isimlerinin tamamının Tayyip Erdoğan hayranı kesilmelerinde şaşacak bir şey yoktur.

Lakin bu operasyonların ağır hasarlara yol açmalarına karşın, solu büsbütün başkalaştıramadıkları da açık seçik bir gerçektir. Değişmemekle övünen devrimci demokrat ekiplerin ve ne kokar ne bulaşır diyebileceğimiz ortalamacı akımların konuyla ilgili etkisizliğini bir kenara bırakalım. Solu liberalleştirmeye dönük stratejinin karşısına en başından itibaren, hatta 1970'lerdeki öncüllerinden başlayarak çıkan, direnen ve kendi kulvarını inşa eden Gelenek-SİP-TKP hattı var.

Bizim taraf çok güçlü temellere sahip. Zira Özalcılar, Gorbaçovcular, Tayyipçiler ne yaparlarsa yapsınlar, anti-emperyalist olmayan, aydınlanmacı olmayan, kamucu olmayan bir sol eşyanın tabiatına aykırı. Özal 12 Eylül'ün doğrudan ürünü Gorbaçov karşı-devrimin açılışını yaptı Erdoğan bir ABD projesi. Simyacı olsanız, bu kaynaklardan sol imal edemezsiniz!

Ama solu başkalaştırma operasyonları sırtlarını sağlam yere dayamakta ve tekrar tekrar denenmektedir. Uras'ı sepetlediğimizde iş bitmiyor. Liberalleştirme kelebeği yolculuğuna uçtaki yeni solcularla başlamıştı. Sonra hep solun daha içinde konacak yer aradı. Şimdi gelmiş geçmiş bütün örneklere göre, devrimcilik yanılsamasına çok daha bilinçli biçimde oynayan öznelere ihtiyaç duyuyor. Uras'ın EDP'si uçlaştığı için ihtiyacı karşılamıyor. Yeni temsilci, Dev-Genç kaynaklarından aranıyor. Ertuğrul Kürkçü'nün yerleştiği alan budur.

“Yok canım, Kızıldere'den çıkmaz öylesi” diyen varsa, artık solda aleni Tayyipçilik döneminin kapandığını ve anayasacılık döneminin açıldığını düşünmelidir. AKP'nin 2011 seçimlerine yüklediği anlam sermaye, emperyalizm ve gericilik merkezli yeni bir rejimin hukuksallaştırılması. Bu çağrıya icabet eden ve AKP'yle birlikte yeni anayasa yapacak olmakla övünen sol için kullanılacak en hafif niteleme, liberal olabilir.