Sol

Eski solcuları kırpıp kırpıp karşı-devrimci üretme mekanizmasını çok kişi ele almış olabilir. Ama ucuzundan ağzını doldurup hain diye bağırmak yerine, artık sevecenliğimizi ve dostluğumuzu hak etmeyen bu çevreleri derinlemesine "anlamaya" çalışan iki soL yazarı biliyorum. Biri Yurdakul Er'dir. Sanırım geçen yıl çok haklı ve çok sert bir köşe yazısı kaleme almıştı soL'da. Diğeri Kaan Arslanoğlu, bu alanı bir roman konusu haline getirdi.

Eski solu, yeni karşı-devrimcileri, şaşkınları, çaresizleri, çıkış arayanları, çürümüşleri, temiz kalmışları, arınma gücüne halen sahip olanları... anlamamız gerekiyor. Sayısız nedenden ötürü.

Örneğin bir neden, başka solculara kurulan tuzakların kapanmamış, tersine yaygınlaşmış olmasıdır. Yani uyanıklığın tazelenmesi gerekir. Sonra, polemik iyi yapıldığında her zaman derinleştirir, gereken yerde yapıldığında ileriye taşır.

Benim açımdan en önemli gerekçe de şudur: Türkiye işçi sınıfının kurtuluşu veya sosyalist devrim sürecine gerekli yepyeni enerji eski soldan, hele solun yaşını başını almış, kırkını geçmiş kuşaklarından çıkmayacaktır. Bu ülkenin genç işçiye, genç aydına, genç kadrolara ihtiyacı var. Solun diğer kesimleriyle tartışmak veya her anlama gelmek üzere iletişim kurmak, mevcudu düzeltmek için değil, yenilerin ve gençlerin önünü açmak için anlamlıdır. Eski solun karşı-devrimcilerinin süpürülmesi, iyi niyetlilerin kafalarının açılması ile başka dinamiklerin önü açılabilir.

O yüzden sıkılmak yok, küfrü basmakla yetinmek yok.

Örneğin Ahmet İnsel kalkıp Radikal İki'de, komünist parti adının TKP tarafından bir nevi gasp edildiğini yazdığında, sıkılmamak ve son onlarca yılını komünizme, komünist parti geleneğine saldırmakla, bu geleneğin merkezi planlama tezini değersizleştirmeye çalışmakla geçiren bu yarı AKP'li, radikal-liberale "sana ne?" demek gerekir. TKP'nin adı Ahmet beye mi kalmış! Komünist olmamakla kalmayan, düpedüz anti-komünist hale gelen Ahmet bey, isterse Nabi bey'e kızabilir. Nabi Yağcı'ya dönüp "Kardeşim, tamam partiyi tasfiye ettin, iyi ettin de, neden adını ortalıkta bıraktın! Bak, çıktı işte birileri, kurdular yeni baştan. Nasıl da düşünmediniz!" demeye hakkı vardır...

Örneğin Ufuk Uras, "dünyada iyi gelişmeler var, Küba'da yeni arayışlar..." dediğinde, Küba'yı övüyor saflığına düşmemek gerekir. Küba'da serbest piyasaya alan açılması umudunu demokratikleşme diye pazarlamaya kalkanlara yanıt yetiştirmek gerekir. Yeri gelmişken, ya da adı geçmişken, ÖDP konusunun ilginç bir değişim geçirdiğine dikkat edilmelidir. Nabigillerin partili mücadele geleneğini tasfiye operasyonuna, "Parti olmayan parti" sloganıyla eklenen ÖDP'de, bu maya tutmuş olacak, tepeden tasfiye yeniden üretilmektedir. Uras'ın ikinci genel başkanlık dönemi, ÖDP içinde, örgütlenme pratiklerinin, mücadele dinamiklerinin, genel olarak yüreğini, aklını yoksulların, emekçilerin yanına koymak türünden değerlerin tasfiye sürecidir. Eskiden kontrgerillacılara "süpürüyoruz" diye, bizim haz etmediğimiz ama kendince bir taban mücadelesi ile çıkışanların arasından, şimdi "bu savcı sıkı adam çıktı" türü mesajlar türemektedir. Bizimkinden farklı olduğu için eleştirdiğimiz, ama yine de bir mücadele kulvarı olan bir akım, tarikatlı, Avrupa fonlu bir sivil toplumculuğun altında ezilmektedir. Sivil toplumculuğun örgüte, mücadeleye, kolektivizme değil, atomlarına ayırmaya ihtiyacı vardır.

Ne tuhaftır TKP fobisinin samimi solculara yarar sağlamayacağını bir türlü anlatamadık! 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinin ağır saldırısına uğramış solun, iddianameye bakılırsa ordu ve MİT içinde örgütlenemeyen (!) bir darbe ile korkutulup AKP'nin arkasında hizaya sokulmasına itiraz edilecekse edilir, hizaya girilecekse de girilir... Ama itiraz etmeye eğilimli olanların bin dereden su getirip TKP'ye kulp takmalarının kime faydası olabilir? İma sevmem, o yüzden isim vereceğim: EMEP. Bu partide iyi işaretler görünce, biz herkese gösteririz. İyi işaret almaktan mutluluk duyarız. Bu arkadaşlarsa tam tersini yapıp kaçmaya çalışıyorlar.

Nasıl rahatlatabiliriz ki? Eski kuşak kadrolardan beslenmeyi sevmediğimiz konusunda yemin mi vermeliyiz?

Oysa mesele başkadır. Ülkenin 2008 konjonktüründe, elbette bizimkilerden farklı vurgular, hedefler ve duyarlılıklarla, ama sağlıklı bir hat tutturan sol kesimler vardır. Melih Pekdemir'in "kampüs Maocuları-kampüs liberalleri" esprisinin bizim "AKP solcuları" kavramlaştırmasından daha yaratıcı ve eğlenceli olmasına, ancak sevinebiliriz.

Halkevlerinden gelen değerlendirmelerin ön açıcı olması bizi umutlandırır...

Solun bazı türevleri, Yurdakul ve Kaan'ın dediği gibi karşı-devrimci oldu. Solda kafasını açarken yüreğini kapalı tutan ve solla değil sağla rekabet aşamasına bir türlü geçemeyenler vardır.

Solda yalan yanlış başka çok şey de var. Geçenlerde katıldığım bir toplantıda cumhuriyet mitinglerindeki kitlelerin (en azından önemli bir bölümünün) yoksul emekçiler olduğunu ve Ergenekon'un köşeye sıkışması karşısında bunların faşizme kayabileceğini dinlemek zorunda kaldım. Şu an 3-5 binlik eylemlerin ötesine geçemeyen, motivasyonunu esasen dinci gericilik karşıtlığından alan kentli orta sınıf kütlesinin, ortada kapı gibi "ortak akıl" güruhları varken faşizmin yatağı sanılması nasıl iştir?

AKP'nin kapatılmasına karşı çıkışın demokratlık kriteri açısından barındırdığı zorluğu, DTP'nin kapatılmasına karşı kampanya düzenleyip aşmayı önerenlere de rastladım. DTP'lilerin gündemlerine bile almadıkları bu konudan, yeni ve büyük sol çıkış hayali çıkaranlara gülmek mi üzülmek mi gerek, karar veremiyorum.

Sol tartışmalıdır. Sol polemik yapmalıdır.

Ancak soldaki karmaşa tartışarak değil iş yaparak sadeleşecektir. Daha önce de söyledim. AKP başlı başına bir kriter olmuştur.

AKP'ye omuz verelim, zorlayalım diyenler karşı-devrim yoluna yürür.

AKP'ye omuz atalım, durduralım diyenlerin yapacak çok işleri olmalıdır.