Aydemir Güler

Varsın Suriye’nin “fethinden” gaza gelenler halkı korkutup sindirebileceklerini sansınlar. Dedik ya, her şey politik mücadelenin konusudur ve o mücadelede biz de varız. Niye umutsuz olacakmışız! 

Siyasal Alevilik mi, Aleviliğin siyasallaşma eksiği mi?

Aydemir Güler

2024’te onlarca yoldaşımızı yitirdik. Yeni yıldaki bu ilk köşe yazımda sizlerle paylaşacağım dileğimi, bütün kayıplarımızı temsilen aralarından üçünü anarak iletmek istiyorum. 2025’te dostum, yoldaşım Mehmet Altan’ın örgütçülüğüne, komünizme inancın ve parti inadının simgesi Yalçın Cerit’in enerjisine, hasta geçirdiği günlerde en fazla artık üretemeyişine yanan Kadir Sev’in çalışkanlığına layık olabilmeyi diliyorum…

Siyasal Alevilik veya Alevicilik “Ak-Troller” aracılığıyla 2024’ün son haftası açılan bir tartışma. İçerik yok, Baas’ın Alevi zulmü anlamına geldiği uydurması var. Hakaret var, aşağılama var, tehdit var. İddiaya göre Aleviler, militan sol siyasetin güdümündeler, Türkiye’ye düşmanlar ve dolayısıyla “katli vacip” oluyorlar. 

Keşke bu gerici saldırganlığı Alevilerin ve solun mücadelesi aktive ediyor olsaydı.  

Bugün sayısız dernekleri olan, cem evlerinde buluşan, deyişlerini yaşatan Aleviler, bir toplumsal hareket oluşturmuyorlar. Alevi toplumu, Türkiye laisizminin organik toplumsal karşılığıdır ve bugün ülkemiz laik değildir. Alevi kültürü yüzlerce yılın derinliğinden eşitliği ve adaleti seslendirir ve bugün ülkemiz benzersiz bir yağmanın, kuralsızlığın, liyakatsizliğin sahnesidir. 

Gericilerin Alevilik düşmanlığı ne yeni ne şaşırtıcı. Ama 2024 sonu itibariyle güncellenmesinin açıklanması gerekiyor. Bu açıklamaya laik ve eşitlikçi bir devinimin iktidar tarafından risk olarak dikkate alınmasını yazabilecek durumda değiliz.

“Siyasal Alevilik” deniyor ya; aslında Alevilerimizin zaafı siyasallaşma eksiği. 

*    *    *

Gündemi açanlarsa cüretlerini Suriye’de yaşananlardan aldıklarını gizlemiyorlar. Biz de adını koyalım; yanı başımızda, Suriye’de bir karşıdevrim yaşandı. Baas rejiminin parçalanarak HTŞ karşısında yenilgiye uğramasının başka adı yoktur. Karşıdevrimcilerin, ne yapıp etseler “devrim” kavramının itibarını yok edememiş olmaları ve son icraatlarını aklamak için yine bu kavrama başvurmaları başka konu... 

Bir de, utangaçlar var dünyanın her tarafında. Olayın karşıdevrim olduğunu ilan etmek yerine, devrim’in uyup uymadığını konuşuyorlar! Geçelim…

Önemli olan şu: Herhalde bütün okurlar, devrim yapanın nasıl bir enerjiyle buluşacağını, kendi dünyasında itibar, evrensel olarak da güç kazanacağını gözlerinin önüne getirebilirler. Ne yazık ki, bunun benzeri, karşıdevrim için de geçerli. 

Ancak HTŞ için yapılması gereken ek, Şam’a el koyan bu hareketin, nazik bir tabirle “vekil” bir aktör olmasıdır. HTŞ, Türkiye-İsrail-ABD üçgeni olmadan bir hiçtir. Bu durumda ortaya çıkan enerjiyi, itibarı ve gücü bu üçlüye paylaştırmak kaçınılmaz olmuştur. HTŞ lideriyse değişimi göstermek için kravat takmış bulunuyor. Sakalını keserse şaşırmayın…

Hızla üçlüye göz atalım o halde. 

ABD için bu süreç egemen güçler arasındaki rekabete de oturuyor. Bu ay iktidarı devralacak olan Trump, henüz “seçilmiş-başkan”ken önüne konan tabloyu stratejisinde anlamlandıracaktır. Trump kanadının Rusya ile yumuşamaya dönme, Rus-Çin-İran yakınlığını torpilleme ve Çin-Amerikan rekabetine odaklanma yönelimi ile Suriye karşıdevrimi bağdaşmaz şeyler değil. Bu stratejik hesaplar Atlantik ötesinin verdiği resmi karışık hale getirmektedir. Her durumda, zaten İsrail’in ileri harekâtı ABD’nin kâr hanesine çoktan yazılmış bulunuyor.

Hatırlayalım, İsrail’in Gazze’yi imhası ve Filistin soykırımı, önce karşıt bir dinamiği açığa çıkarttı. Siyonizm, destekçi ve müttefikleri tarafından kolay kolay savunulamayacak ölçüde meşruiyet yitiriyordu. Batı dünyasında devletler ve halklar arasındaki bölünme görünür hale gelmişti. Öyle ki, bir dizi hükümet, toplumsal hareketlenmeyi gözeterek İsrail liderliğine karşı yaptırım kararları almak durumunda kaldı. Devam eden soykırım ise Filistin Davası’nı tüketmeye yetmeyecek gibi görünüyordu; tersine Filistin siyasetinin farklı kollarının yeni birleşimler yaratmaları mümkün olabilirdi… Pervasız saldırganlığını sürdürdüğünde, İsrail’in askeri kazanımlarıyla çelişen bir politik sonuçla karşılaşması ve bir devlet olarak varoluşunun sorgulanır olması, yani çözülme olasılığı masaya geliyordu…

İsrail’in bu karmaşık soruna yanıtı kavgayı Filistin’den bölgeye taşımak oldu. Ancak kesin sonuç Suriye’de alınmıştır. 
Suriye’de yaşanan basit bir rejim değişikliği değildir. “Dejenere bir burjuva iktidarı çökmüş, yerine dinci bir başkası almıştır” demek olayı açıklamaya yetmez. Türkiye yaşananların boyutunu kavramak için en elverişli ülke olduğu gibi, kavramayanların çok ağır bir faturayla karşılaşacakları yerdir de. Az yukarıda devrim ve karşıdevrimin yaratacağı enerjiden söz etmiştik. Süreçten en büyük yararı Ankara’daki gerici iktidar sağlamıştır.

*    *    *

Ak-Trol kampanyası bu değişimin aynasıdır. 1970’lerde sermaye düzeninin, kurtuluşu bir faşist darbede aramaya başladığında Aleviliğe yüklenmesi rastlantı değildi. Dinci gerici hareketin 1990’lardaki iktidar yürüyüşünün Sivas katliamı dönemecinden geçmesi de öyle. Şimdi ise bizim egemen güçlerin buluştuğu yüksek politik enerji, yeni bir gerici atılımın yakıtı kılınmak istenecektir. 

Nasıl bir atılım, peki? Bu soru yanıtlanmak zorunda. Öyle ya, 1970’ler faşist 12 Eylül darbesine, 1990’lar da AKP iktidarına varmıştı. Ya şimdi gündemde ne olabilir?

Bu sorunun önceden hazır bir yanıtının olduğu ve tasarlanmış bir komplonun adım adım hayata geçirileceğini düşünmeyelim. Böyle bir yaklaşım yalnızca korkuyu büyütmeye hizmet eder. Oysa her şey politik mücadelelerin konusudur. O mücadelede biz de varız. Madem öyle umutsuzluğa yer yoktur.

İlk önce düzen cephesinde bir “proje yarıştırma masası” kurulduğu görülüyor. Örneğin bir DEM Parti sözcüsünün İran Kürtlerinin molla rejiminin karşısına dikileceği öngörüsüne birkaç hafta önce tanık olduk. AKP medyası çoktan Lübnan ve Suriye’de işgalci ilan ettiği İran’ın bölgeden tasfiyesini kutluyor. “Sırada İran var” sözü İsrail için söyleniyordu. Bizimkiler rol kapmaya kararlı görünüyorlar.

Bu savaş planının ön koşullarından biri kesinlikle içeridedir. Türkiye’de sol, emekçiler, cumhuriyetçiler ve Alevilik sindirilmek durumundadır. Gericiler, Alevilerle Şiilik arasında bir gri alan tarif etmeyi severler. İşe oradan başladılar. 

Sindirmek için uygulanacak şiddetin dozajı yolda kararlaştırılacaktır; bunun ilkesi olmaz. Ama bilelim ki, bu yola giren bir Türkiye’de kimseye İncirlik’e bağımsızlık yürüyüşü yaptırılmamalıdır. Atatürk’ün “yurtta sulh cihanda sulh” sözüyle serbestçe dalga geçilmeli ve buna ses çıkartan kovuşturulmalıdır. Savaşın her zaman emekçi çocuklarının ölüme yollanması ve emeğin daha da baskılanması anlamına geldiği dile getirilememelidir… 

Haliyle tersi de doğrudur. Halkın büyük çoğunluğu ABD emperyalizmine karşıtken, kendini bu tür senaryoların mağduru olarak hissederken, Mustafa Kemal’in dokunulmazlığı sürerken ve emekçiler maruz kaldıkları yoksullaştırma saldırısına karşı ayağa kalkma işareti verirken savaş planının, yazarlarının elinde patlaması beklenir. 

Ve Türkiye’de İran’a karşı bir duygunun mezhepçi kaynaklara oturtulmaması düşünülemez. Siyasal Alevicilik zırvalığı bu bağlamda anlam kazanmaktadır. Ancak Alevi toplumumuz bugün 1970’ler ve 1990’larla bir benzerlik göstermemektedir. 

*    *    *

Sanayileşme 1950’lerde iç göçü körüklemiş, Anadolu’nun “dağ köylüsü” toplumuna kentlileşme yolunu açılmıştı. Eşitlikçi Alevi-Bektaşi kültürü zaten toplumun her noktasında tarihsel derinliğiyle etki sahibiydi. 1960’larda Türkiye sola açıldığında, solculuğun toplumla yaygın bir temas alanı bulmasında bunun payı büyüktür. Faşist trollerin söylediği doğrudur. Bu toprakların eşitlik, özgürlük, adalet arayışının dayanaklarından biri söz konusu kadim kültürdür. Yüzlerce yıl öncesinin deyişlerinin bugünkü egemen sınıfı, iktidar sahiplerini betimleme gücü göz kamaştırıcı değil midir? 

Gericiler tümden haksız değiller; doğrudur, bu bağlantı bir kültürel esin olarak kalmamış, ilerici hareketlerin kadro kaynaklarında Alevilik önem kazanmış, sosyalizm mücadelesiyle geçmiş bir gelenek arasında bütünlük kurulmuştur. Alevi mahallerini devrimciler korumuş, Alevilerin uğradığı katliamlar solu yaralamıştır. 1970’lerde faşizm tam da bu bütünlüğe saldırdı.

12 Eylül 1980 darbesi Aleviliğin birlikte devindiği, modernize olduğu “sol-emekçi” bağlamını yıkıma uğrattı. Ama devrimci örgütlenmenin dağıtılıp geriletilmesi doğrudan Alevi kimliğinin çöküşüne neden olamazdı. Çünkü kentlileşme sürüyordu. Modern sınıfsal doku Aleviliğin içinde de şekilleniyordu. Kültürün önde gelen unsuru müzikte bağlamanın yanına orkestralar ekleniyordu. Kendi ayakları üstüne basan Alevilik kaçınılmaz ve kendiliğinden biçimde yine parçası olacağı bir sol bütünlük aradı. 1990’larda dinci gericiliğin iktidar yürüyüşüne kritik istasyon olarak bir Alevi katliamının yerleştirilmesinin nedeni budur. 

2025’e girerken karşıdevrimin yeni hamle yapacak enerjisi var. Ancak Aleviliğin, bu enerjiyi üstüne çekmek için anlamlı bir “tehdit” oluşturduğunu söyleyemeyiz. Bugün Alevilikte eksik olan “mücadele bağlamı”dır. 

Bu bağlam eski dönemlerde “Türkiye ilericiliği” tarafından, yani devrimci hareket, cumhuriyet aydınlanması, emek mücadelesi ve sosyalizm tarafından şekillendiriliyordu. Şimdi elde kanıksanmış bir kimlik var, ama toplumsal hareket yok. Alevi örgütlenmeleri aktif değil kurumsal. Olası bir mücadele bağlamının önü ise çeşitli düzen partilerince kesiliyor. AKP’nin çitle çevirdiği alanda bir dinsel kimlik olarak Alevi mezhepçiliği türedi. CHP Alevi sermayesiyle organik ilişkiler kurdu. Kürt siyasi hareketi açık biçimde Alevi kimliğini ve kurumlarını kendi düzen içi konumlanışına dayanak haline getirdi… 2013 Haziran Direnişi bu sürece karşı bir işaret fişeği atsa da, sonrasında bir sindirilmiş durumu yaşandı. AKP’liler unutmuyor; hep Alevi çocukların öldürülmesi rastlantı değildir.

Bugün Türkiye’de bir Alevi hareketi veya mücadelesinin bulunmadığını saptamak durumundayız. Kadim Alevi kültürünün dinci, kimlikçi bağlamlardan kurtarılması, eşitlikçi ütopyasının yeniden özgürleşmesi gerekiyor. Bu yalnızca solun güç kazanmasının yan ürünü olabilecektir. Tartışmasız, Alevi inancıyla en kolay rezonansa girebilecek olan modern ideoloji, sınıfsız toplum ütopyasıyla sosyalizmdir. 

*    *    *

Bu tabloda sağ, Alevilerin “korkutulması” kartını masaya sürerek, kendi payına yerinde bir adım atmış oluyor. Ancak bunun yanlarına kâr kalacağını ancak bir trol kafası düşünebilir. Kültür hafife alınmamalıdır. Emekçilerin yoksulluğa karşı örgütlenmeleri, savaşla açlık arasındaki bağı kurmaları mümkündür. Siyasal İslam’a bir türlü boyun eğmeyen laik direnç yükselişe geçebilir. Halkımız iktidarın yayılmacılığına kanmak yerine mazlumluğunu ve barışseverliğini öne çıkarabilir. Bütün bu direnç dinamikleri örgütlenebilir ve oyun bozulabilir. 

Varsın Suriye’nin “fethinden” gaza gelenler halkı korkutup sindirebileceklerini sansınlar. Dedik ya, her şey politik mücadelenin konusudur ve o mücadelede biz de varız. Niye umutsuz olacakmışız!