Şimdi ilke zamanı

Sol Haziran Direnişinde önderlik yeteneği gösteremedi, kendiliğinden halk hareketinden örgütlü bir direnişe sıçrayamadı. Türkiye’nin sahne olduğu o benzersiz dalganın geri çekilmesinin özet nedeni budur. Örgütlü halk için dillendirilen sloganın tersi de doğrudur. Örgütsüz halk yenilmeye mahkumdur.

Sadece halk değil. Halkı örgütleyemeyen sol ise tasfiye basıncına direnemedi.

Yenilgi kağıda yazıldığı gibi durmuyor. Bir de yenilenlerin dokularına, beyinlerinin içine nüfuz ediyor. Benzersiz halk hareketinden bir süre sonra solda benzersiz bir akıl dağınıklığı ve düzey kaybının gözlemlenmesi üzücüdür, ama şaşırtıcı değildir.

Geçenlerde solun, örgütlemeyi bıraktım, hitap etme yeteneğini nasıl yitirdiğinin örneği olarak izlenebilecek -ama “inanmış” olduğunu tahmin ettiğim genç devrimcileri üzmek kimseye bir yarar getirmeyeceği için paylaşılmaması gereken- bir video gördüm. Devrimci delikanlı bir kampüsün orta yerinde Deniz Gezmiş anısına sesini alabildiğine yükseltiyor; belli ki yüksek ses kimse tarafından duyulmaya ve dinlenmeye yaramıyor!

Teknik bir eğitim almak gerektiğini düşünmeyin; sorun orada değil. Tiyatro eğitmeni bir yoldaşım “inanmıyorsan inandıramazsın” demişti. Sorun hitabet tekniklerinde değil.

İnanıyor musunuz? Ama dikkat, hakikaten inanılır olan bir şeye inanmalısınız!

CHP’ye akıl hocalığı yaparak hayatı değiştireceğinize inanıyorsanız örneğin, bu olmaz. HDP’yle dayanışınca ortaya laik bir hareketin çıkacağını, anti-emperyalist bir duygunun yayılacağını falan düşünüyorsanız, bu tür beklentilere yönelik plan yapıyorsanız, sizden daha az okumuş da olsa, daha az biliyor da olsa, sokaktan geçen vatandaşı inandıramazsınız.

Hayır, gelip geçenler “söylediğinize kendinizin bile inanmadığınızı düşünürler” demiyorum… Bundan daha kötüsü de olabilir!

Düzey yitimi özü de biçimi de bağlar. Aklı dağılan sol, siyasette işçi sınıfı adına davranma ehliyetini sabah akşam işçi demeye indirgeyebilir örneğin. Bunu yapanlar bir de “büyük siyaset” diye alaya almazlar mı, başkalarını! Oysa “işçiler partiye” demeye yüzleri tutmadığından çağrılan yer sendika veya bir benzeri olmakta ve bu da, basbayağı ekonomizm anlamına gelmektedir. “Partisiz sendika” ekonomizme çağrıdır.

Daha tuhafı, işçi ne olduğunu bildiği veya sezdiği sendikaya kendisini çağıranlara artık inanmıyor. 1 Mayıs’ta sendikalar kortej oluşturamıyor, ama sol işçi sınıfına yönelmeyi sendikalarda arıyor. Bu akıl dağınıklığı 2014’ten sonra yoktan var olmadı. Ama artık komik oldu.

Çoğunluğu bu pek sorunlu solun elinden kapılmış veya halen elinden kaymakta olan sendikal yapılar, artık sendikacılık bile yapmıyorsa ne olacak? Birkaç yıl önce sendikaların “yalnızca ücret sendikacılığıyla yaşayamayacaklarını” söylerdik. Sol sendikacılığın Kürt ulusalcılığıyla dayanışmaya indirgenmesi, eleştirimizi bile yanlış anlamalarından mıdır?

Kalp kalbe karşıymış derler ya; eleştiri de eleştiriye karşı oluyor. Elbette dağınık sol da bizi eleştiriyor. Sırf kendini savunabilmek için bile mecbur. Ama yine inanmak gerek. “AKP gidecek gidecek diyorsunuz ama gitmiyor” polemiği bıkkınlık verdi. Çünkü bu formül yalnızca zaman içinde AKP’ye yatanlarla empati kurmaya yarar. Perinçek dostlarına “bükemediğin bileği öpeceksin” demiş midir, bilmiyorum. Şaşırmazdım doğrusu. Ama AKP gitsin diye uğraşan ve bağrışanların AKP’nin gitmemesinden çok bizim haklı çıkmamamıza kafayı takmasına hâlâ şaşırıyorum.

Bir de, biz diyoruz ya, AKP kapitalist-emperyalist sisteme de uymuyor, diye. Buradan hareketle, yani emperyalistlerin AKP’yi istemediğini dile getirdik diye, AKP’ye karşı mücadeleyi itibarsızlaştırıyor olabilir miyiz? Söylediğine önce kendin inanacaksın…

Kürt mücadelesini hafife aldığımız da bir diğer eleştirel argüman. Kürt emekçilerinin ortak kurtuluşundan daha fazla neyi ciddiye almalıyız acaba? Öcalan, HDP heyeti ve devlet görevlisiyle buluşmalarından birinde “Vekil, Belediye Başkanı, ne olmak istiyorlarsa olsunlar. Bizim imkanlarımız çoktur, değerlendirin” diyor. Güvence de veriyor: “Devlet de bunun önünde engel olmayacak…” Solculardan söz ediyor! 2013 sonrasında Gezi dalgası çekilirken siyaseti binecek başka dalga aramak olarak öğrenenler tekrar çıktı piyasaya. Böyle güvenceden bomba ve tasfiye çıkmasını konuşmak şart oldu! Başkanlığı ikram edilen belediyelerde taş taş üstüne kalmadı. Vekillerse ölüm tehdidi altında!

Bomba ve faşizme karşı birleşmeyelim mi yani? Bir cepte devlet güvencesi; öbür cebe de Osman Baydemir Türkiye’nin bölünüş ilamını sokuştursun! Dedi ya, Ankara Meclisimizin Mezopotamya dahil dört bir yanı temsil etmesini istermiş ama olmamış. Bari komşu olacakmışız? NATO üyesi kapitalist Türkiye’nin Meclisi mümkünse bir şeyi temsil etmesin! Ama asıl; bu deli saçmasının orta yerinde, biz “kim kiminle neden birleşiyor” dediğimizde Kürt halkının mücadelesini göz ardı etmiş mi oluyoruz? Kürt işçisinin üstündeki ulusal perdeyi kaldırmak istiyor olabilir miyiz? İşçi’yi ulustan çok daha fazla önemsediğimizden mesela…

Ama solun ezberine göre faşizme karşı yapacak tek şey cephenin ortak paydasında, siyasetinizin minimumunda birleşmektir, kimilerine göre. Oysa hiçbir işe yaramaz vasat. Çünkü önce inanmalısınız ve inancınız da meczupça olmamalı. İşçi sınıfını bölmek için mi cephe kurulacak? Veya CHP cenahı eksik kalmasın; Davutoğlu’na helal edecek miyiz hakkımızı, hep birlikte? Yoksa din kardeşliği motifiyle mi İslamcı faşizmi durduracağız?

Bu tartışma kalsın bir kenarda. Ve diyelim ki, faşizme karşı tek yol, sosyalizmden feragat edip birleşmek olsun. Peki ya İslamcı faşizm güçlenmiyor da, çözülüyorsa?

Şimdi ilke zamanıdır. Tasfiye olan ve bunu örtmek için tasfiyeciliğe koltuk çıkan soldan, onun inanma ve inandırma imkansızlığından uzak durma zamanıdır. Faşizm denemesi çözülürken sosyalizme bir toplumsal alternatif olarak ağırlık kazandırmanın tam zamanıdır.