Sabah, maske, tabanca

Yine bir sabah, bu kez de Mimar Sinan öğrencilerinin kapısı çalındı. Güneş henüz doğarken kafasında kar maskesi, elinde tabancayla bir öğrencinin evi neden basılır? Hele bu öğrencilerin “teröristliğine” tanıklık edenlerin iler tutar bir tarafı yoksa. İler tutar bir taraf bulamadıkları için, sabah maske-tabanca ile uyandırılanlar en fazla ek gözaltı süresi denen işkenceye tabi tutulabiliyorlarsa. Muhbirlik kurumu hakikaten dengesiz bir kadın akademisyene teslim edilmişse...

Sorunun yanıtı Mimar Sinan’ı aşıyor ve bizi dengesiz veya meczup bir akademisyenin eksiksiz temsilcisi haline geldiği güncel rejime götürüyor. Erdoğan’ın iktidardaki direnişi mantıksal sonuçlarına varmış ve düzenin işleyiş mantığı, hiç üşenmeden elli küsur öğrencisi hakkında ihbar dilekçesi hazırlayan hastalıklı bir kişinin davranışlarına indirgenmiştir.

Tamamen yeni değil ama fark var. Daha önceki ünlü davalarda askerler veya gazeteciler suçlandıklarında, ortada bir politik kurgu vardı. Suçlamalar saçma sapandı, ama dinci bir diktatörlüğün önündeki irili ufaklı engelleri temizlemek için ihtiyaç duyulan operasyondu yürütülen. Davalar çöktü, ama rejim de değişti. Yani işe yaradı!

Mimar Sinan birkaç yıl önceki Kemalist tasfiyesinin deli saçması kopyasıdır. Amaç kabaca gözdağı vermek. Bu aralar “anayasa istediği” afiş yapılıp duvarlara asılan kindar gençlik yok veya yok hükmündedir çünkü. Dinci faşizmin eşiğinde kalan Türkiye’nin gençliği o hale getirilemedi. Sadece gençlik de değil, toplumun -abartmıyorum- çoğunluğu yeni rejim denemesine uyumlulaştırılamadı. Uyumlu olan Ensar tevacüzcüsü, Kabataş yalancısı, Mimar Sinan ihbarcısıdır. Kaç kişi olurlarsa olsunlar bunlar marjinaldir ve o elli küsur öğrenci büyük çoğunluktur!

O halde gözdağı verilecek, boyun eğdirilecek; eğdirilmek istenecek… Sanıyorlar ki, bu yapıldığında Türkiye çok zamandır üstünde debelendiği köprüden karşıya varıverecek, gemiler yanıverecek ve İslamcı faşist diktatörlük, başındaki sultanın egemenliğinde ilan olunacak. Bu son derece aptalca bir kurgudur. Çünkü birincisi, geçmişte benzeri operasyonlar silah depolarıyla, Hrant örneğinde olduğu gibi aydın suikastlarıyla, darbe planlarıyla vs şekillendirilirken, şimdi insan sevgisinden yoksun bir tuhaf hocanın ve onun peşine eklenmiş gizli tanıkların ihbar sayıklamalarına kalmıştır. “Yapın bir şeyler, eğdirin şunların kafasını” dediğinde, bula bula bu şaka gibi operasyon icat edilebiliyor. Nerede TSK’nın operasyon merkezlerine giren “akıl”, nerede “yaz hoca bildiğin gibi” geyiği!

O halde, Mimar Sinan öğrencilerinin geçen sabah kapılarında açığa çıkan, kar maskesi ve silahlardan akan, bu çaresizlik ve salaklıktır. Erdoğan’ın iktidar direnişi sapır sapır dökülmektedir.

Erdoğan o gençlerin üniversiteye sınav yolsuzluklarının arasından sıyrılıp girdiklerini ihmal etmiştir. Bu çocukların çocuk yaşta okula gidebilmek için -ve okula gidememek pahasına- çalışmak zorunda kaldıkları ve sabahın o saatinde otobüse, metrobüse binmeye alışık olduklarını atlamıştır. O gençliğin ve ailelerinin, istisnalar varsa ayırarak söyleyeyim, hani diktatörün, Beşiktaş vapurundan inerken seyredip de ümmetine yakıştıramadığı, nefret duyduğu kategoriden olduğu açıktır ve bu nefret, sabahın kör vaktinde silah ve maskeyle yaratılabilecek korkunun aşısıdır.

Erdoğan, ona akıl verenler, onun adına operasyon planlayanlar ve son halkada maskeyi takıp zile basanlar, topluca yanılıyorlar. İnsanlık dışı sınav yarışlarından, adaletsiz sınavlardan, yaşamın erken üşüşen zorluklarından, eğilen boyunlar çıkacağını umanlar yanıldı.

Korkmuyoruz ki!

İnsan sevmeyen muhbirler istisna, dayanışma baskındır. Artık korkutma güçlerinin sonuna geldiler. Erdoğan’ın iktidar direnişi, Amerika sokaklarında göstericiyi böğürerek duyulmaz kılacağını sanan aptallıkla, üniversite öğrencisini maskeyle dize getireceğini uman salaklığın yarışıdır. Bu yarış kaçınılmaz kaderi, hesap gününü ancak biraz geciktirir.

Denebilir ki, “ama başka örneklerde, başka cephelerde, taş taş üstünde bırakmayarak sonuç alabiliyorlar.” Doğrudur; yalnız, savaşların kaderi taşların yıkıldığı noktadan daha önce bağlanır. Önce taşların yıkılabilir hale gelmesi gerekir. Erdoğan takımı eski rejimi eski genelkurmay başkanlarını içeri attığında değil, Büyükanıt’ı Dolmabahçe’ye kıstırdığında yendi. Gerisi çorap söküğü gibi geldi. Kürt muhalefeti Sur’un yerle bir edildiği günlerde değil, bir Newroz günü Diyarbakır’da içinde “islam kardeşliği” geçen İmralı mesajı okunduğunda teslim alınmıştı. Gerisi geldi…

Ama bizim baskıya pabuç bırakmayan bir gençliğimiz var. Üstelik örgütlülük açısından ülkenin istisnası olmayan bir gençlik! Siz bir de bizi örgütlülüğümüzü güçlendirdiğimizde görün diyen bir gençlik...