Rojava’da ne oluyor?

Suriye Kürdistanı’nda PYD’nin belirgin bir üstünlüğe sahip olduğu bir yıl önce ortaya çıkmıştı. Türkiye egemen güçleri, biliyor olmaları gereken bu gerçek karşısında bir süre kıvranmışlar, sonra yeni formülü uydurmuşlardı: Kürt güçlerinin Baas karşıtı cepheye aktif olarak katılmaları ile Türkiye’de “çözüm süreci” birbirini besleyebilirdi.

Yeni Osmanlıcılar cahildir.

Daha önce de Irak’ta Türkmenleri çantada keklik sanmışlardı. Mezheplerini bile bilmiyorlarmış! Sonunda gittiler Barzani’nin evsahipliğini kabullendiler. Çünkü bizimkiler ABD’siz bir hiçtirler.

PYD’nin Esad’a karşı öldürücü darbeyi müjdeleyeceği fikrini hem Kürt siyaseti kullandı, hem de AKP bunu Kürtlere yönelik bir baskı ve/veya çağrı olarak gündeme getirdi bir yıl boyunca. PKK gerillasının elde silah sınırı geçmesini bile bu bağlamda anlamlandırdılar.

Ama halk faktörünü ihmal ediyorlardı.

Direnen Suriye halkını ihmal ettiler. Komşu halkla dayanışan Türkiye halkını ihmal ettiler.

Öte yandan Irak Türkmenlerini tanımadıkları gibi, Suriye Kürtlerini de tanımıyorlardı.

Suriye’de de Kürtler kimlik sorunları yaşasalar da tarihsel olarak en az sorunlu oldukları yer burasıydı. Böyle olmasa farklı akımlara dağılmış sayısız aktif Kürt siyasetçi ve temsilcinin varlığı nasıl açıklanabilirdi? Böyle olmasa, bizzat Öcalan’ın uzun süre Şam’da konuk edilmesi kaza mı sayılacaktı?

Suriye Kürtleri muhalefetin dinci karakterine de uymuyorlardı. Toplumun bütünü gibi Kürtler de ya laiktiler ya da laik düzene mahkum. Müslümanların şeriat düzenine susadıkları düşüncesi, aptalca bir fanteziden ibaretti. Kürt kitlelerin yıldızı ise cihatçılarla barışamazdı.

Ama AKP, PYD’yi silahlı muhalefete ça-ğırdı durdu.

PYD ara ara çağrıya icabet edip aslen kendi işine baktı.

AKP, İmralı açılımının ön koşulu olarak Suriye’yi hatırlattı.

Karşı taraf ise AKP’ye, ancak içerde reform sürecinin ödülü olarak Suriye’de bir şeyler yapılabileceği mesajını verdi.

Bu reel politik çekişmeyle bugüne kadar geldik.

Ama AKP’nin bir ezberi de “krizi fırsata çevirmek”tir.

Suriye’de kontrol Baas’ta yoğunlaşmaya başlayınca ve emperyalistler de Esad’ın tasfiyesi yerine Baas’lı ve kaotik bir ara statükoya eğilim gösterdikçe, iki güç boşa düşmeye başladı:

Bir, şeriatçı çeteler ve onlarsız yapamayan ÖSO.

İki, tüm yatırımını kana yapan AKP.

Bunlar boşa düşerken Kürt hareketinin eli güçleniyordu. Ankara neyle sıkıştıracaktı ki artık?

Tersine dinciler Suriye’de, AKP dünyada zayıflarken Kürtlerin stratejik önemi artabilirdi.

Ama krizden fırsat çıkabilirdi: Madem işler böyle gidiyor, zaman daralıyordu, Kürtlere tavsiyede bulunup basınç yapmayı bir kenara bırakmalıydı Erdoğan ile Davutoğlu. Artık kanlı, katliamlı baskı dönemini açılmalıydı.

İslamcı çetelerin Ankara’nın yönlendirmesi ve hoşgörüsü olmadan son haftalardaki Kürt savaşını yürütmeleri olanaksızdır. Katliamın Gaziantep’de planlanması bir olasılık değil, son derece tutarlıdır.

Amaç PYD’yi, bilek güreşinde üstün gelen Baas’a saldırtmak. “Ya sen Baas’a saldırırsın, ya da biz sana!”

Ne proje ama!

Kürtleri silah tehdidiyle Baas’ın üstüne salıp, Kamışlı civarını temizleyeceksin, Halep’teki gidişi tersine çevireceksin. Sonra bizim ikili ABD’ye dönüp “yıkılmadık ayaktayız”, “en iyi taşeron biziz”, “Ortadoğu’da bizden iyisini bulamazsın” diyecekler!

Yine ihmal ediyorlar.

Birincisi ABD’siz bir hiç olduklarını.

İkincisi ve daha önemlisi “halk”ı. Bu kez Kürt halkını!

AKP ve El Kaide, halkın katliamla terbiye edileceğini sanıyorlar ve yine duvara koşuyorlar.