Radikal laiklik

Türkiye’yi sulu sepken devlet sekülarizmi kesmez. Artık yetmez.

Böyle demekle solun parçası olduğu ilericiliği hafife almış, küçümsemiş falan olmuyorum. Ne demek ki zaten, “parçası olduğumuz”? 

Türkiye sosyalizmi, ülkemizde aydınlanmacı birikimin tek tutarlı, ilkeli, aydınlanmanın bütün tarihsel kaynaklarına eşanlı sahip çıkma yeteneğindeki unsurudur. Bu birikimin, iddia ediyorum, en büyük çağdaş katkıcısıdır. Bir akım olarak sosyalizmi eksiltin, pragmatik, çıkarcı, iki yüzlü bir çamur deryası ortalığı çoktan kaplardı. Hepsi örgütlü birer komünist olmadıkları için “sosyalistler” diyorum, çıkartın bizimkileri listeden, ve onlar çıkınca kimlerin sapır sapır döküleceklerini, gericiliğe sığınacaklarını, bu işleri bırakacaklarını da hesaba katın; geriye bilim, sanat, kültür, eğitim namına ne kalırdı, bir düşünün!

Yok hayır; “sulu sepken devlet sekülarizmi 21. yüzyıl Türkiye’sine yetmez” derken bizim kimseyi küçümsememiz, hafife almamız mümkün değildir. Aydınlanma en fazla biziz.

Yine de alınacaklara, artık dualarla yapılan devletlu törenlerin eski laik versiyonunun, her hafta okulda okunan milli marşın, “andımızın” vs memlekette kaç kişiyi heyecanlandırdığını sormak durumundayım. Hatırlamıyor musunuz? Normal öğrencinin dalga geçtiği, olağan vatandaşın dönüp bakmadığı törenlerle sembolize edilen o sekülarizmi aydınlanma mı sanıyordunuz? Aydınlanmanın altı, laik devlet tarafından, kendi eliyle oyuldu on yıllar boyunca.

Şimdi ise laikliği savunmak, daha birkaç yıl önce “laiklik tehlikede diyemem” diyenlere kalmış durumda. Aradım buldum; Kılıçdaroğlu 7 yıl önce telaffuz etmiş bu sözleri. 7 yıl uzundu, kısaydı değil mesele. Kılıçdaroğlu bunu 2010 referandumundan birkaç gün sonra dile getirmiş. Açıkça “devam et” demiş Erdoğan’a! Sırtını sıvazlamış…

Ama o günler geçti! Aldatılmanın erdeminden AKP muhalifleri niye yoksun kalacakmış? 
Türkiye’de devletlu ve halksız sekülarizm, onlarca yıl aydınlanmacılığı aşındırdıktan sonra Kenan Evren’den birinci, Tayyip Erdoğan’dan ikinci darbe yedi ve yıkıldı.
1980’den 2010’a kadar, 30 yıllık bu operasyon, öncesi ve sonrasıyla bir pakettir. Sosyal-demokrasi ve Kürt muhalefeti, ulusal sol denen küme ve Kürt muhalefetinin “halkla ilişkiler” servisi diğer sol, paketin içindedir. 

Şimdi paketten yeni bir sekülarizm çıkarmak istiyorlar. Sulu sepken sekülarizm devletten atıldıktan sonra şimdi sivil alanı ele geçirmeye kalkıyor. 

Kesmez! Hiçbir soruna çare değildir.

Sadece kesmez değil. Artık yeter! 

Değil mi ki, bir yaşında kız çocuğuyla evlenebilirsiniz deniyor bu memlekette, yani bebeklere tecavüz kışkırtılıyor din adına, bize radikal bir aydınlanmacılık, tavizsiz, lekesiz bir laiklik gerekir.

Emperyalizme esir düşen Osmanlı askerlerinin mezarlarının üstünden şehadet efsaneleri üfürülüyorsa, duymazdan gelmek, içinden küfredip geçmek değildir yapacağımız. 10 Eylül’e kaç gün kaldı şunun şurasında; bizimkiler, yani Bolşevikler o askerlerin Rus Çarlığında tutsak edilenlerini Devrimle özgürleştirmişlerdi. Sonra yine bizimkiler, yani Türk komünistleri o eski esirlerden Kızıl bir Alay kurdular… 

Değil mi ki, camiler artık ne olduğunu kendilerinin de bilmediği dualarla günde beş değil on beş vakit hoparlörlerini sonuna kadar açıyor; değil mi ki, bir dinsel pratiğin sosyal yaşama ve kendisinden saymadıklarına saldırısı alenileşmiştir, artık karşı tarafta uzlaşacak kimse yoktur. Saldırgan topluluğu sulandırmak değil, geri püskürtmek gerekir.

AKP’nin zırvalıklarını sıralamaya devam etmeyeceğim, çünkü bu yazının konusu sulandırılmış laiklerin zırvalıkları…

Deniz Baykal herkesi sıla-ı rahim’e davet etmiş bayram vesilesiyle. “İyi bir şeyse alalım” diyemeyeceğim. Çünkü maksat bellidir. Eskinin sulu sepken laikleri, şimdi de demektedirler, şeriatçılığı, laiklik düşmanlığını sulandıralım. 

Kemal bey geçen bayram namazını Bolu’da kılmıştı. Bu seferkini kaçırdım! 

Sadece bizimkiler değil, her taraf böyle. Direnişin radikalleştirdiği kesin olan Beşar Esad bile namazını göstere göstere kılıyor. Çünkü gericileşen dünyaya ancak oportünistleşerek muhalefet edilebileceği, daha fazlasını bu dünyanın kaldırmayacağı yaklaşımı çok güçlü ve yaygın bir akımdır.

Türkiye’yi kesmez. Her yerde yanlıştır. Ama bizde artık kesinlikle yeter!

Bizim laiklik sınırımız dinsel olanı kamusal yaşamdan çıkarmaktır. Nokta.

Öyleyse dışarı! 

Siyasetçi cenaze namazında iki elini açıp dua etmeyecek. Dua ederken fotoğraf çektirmeyecek. Çekilmişse o fotoğrafın yayınlanması laikliğe aykırı eylem sayılacak. 

Sıla-ı rahim’in Türkçesi, laikçesi neyse öyle konuşacak, iyi dileklerde bulunmak isteyen. Yoksa dinsel referans bir siyasetçi için suç anlamına gelecek.

Şehitlikte içki içmek diye bir suç ne zaman girdi ceza yasalarına? Bizim yanıtımız içki düşmanlığını nefret suçu ilan etmek olacak. 

Yok Türkiye’ye laiklik fazlaydı zaten mi diyorsunuz? Çekilin kenara!