Organize suç olarak ırkçılık

Türkiye toplumunun göç ile ilişkisi genelde mazlumluk üstüne kuruluydu: “Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın” sonraların “Almanya acı vatan” duygusunu da içerebilmiştir. 

Tabii 20. Yüzyıla yayılan Anadolu Hıristiyanları göçünün üstünü örtmek gerekiyordu. Kürt iç göçünü ise “hepimiz kardeşiz”e bağlamak denendi… 

Üstünün örtüldüğü, kardeşlik lafının demagojik yan taşıdığı doğrudur. Ama sonuç olarak ırkçılık ve yabancı düşmanlığı Türkiye’de aleni hale gelmedi, toplumsal meşruluk kazanamadı. Yoktu diyemeyiz kuşkusuz. Su yüzüne çıkmamasından söz ediyoruz. Bir sömürü dünyasında ırkçılığın alenileşmemesi önemsenmelidir.

Şimdi işlerin değiştiği bir dönemeçteyiz. Irkçılık “küçük adamların” ideolojisi haline geliyor. 

Lakin herhangi bir toplumsal süreç büsbütün kendiliğinden yaşanmaz. Suriyeliler örneğiyse tamamen manipüle edilmektedir. Türkiye’de ırkçılık organize bir yükseliş yaşıyor. Organize bir suç yoluyla sıradan insanlar ırkçılaştırılmak isteniyor.

Türkiye bu örnekte de bilgi eksikliğinden çekmiyor. Sorunumuz örgütlenme, organizasyon eksikliğidir. Çözüm de oradan geçecek.

Suriyeli göçmenlerin memleketlerini keyfine terk etmediklerini bilmeyen var mı? Bu insanlar ölümden kaçtılar!

“Kalıp savaşsalardı, memleketlerine sahip çıksalardı” diyenlerin iç savaş şakşakçılığı yaptığını görmek de zor olmasa gerek. Üstelik bunu söylemek ve inanmak için bayağı tuzu kuru olunmalı. Bu edepsizliğe, hangi arka plana yaslanıyor olursa olsun, yani ister Alevi katliamlarını yüreğinde hissetmiş, ister Kürt savaşını yaşamış, duymuş, dinlemiş olsun, ister “dış Türklere” veya Müslümanlara göz yaşı dökmüş olsun, bizim memlekette fazla itibar eden çıkmayacaktır. 

Elbette düzen insanları aptallaştırır. Ama bu aptallar “yahu dur, bir dinle” dediğinde kulaklarını kapatıp duymazdan geldikleri bilgileri aslında bilmekte veya tahmin etmektedirler. İşitmemeyi ve aptallaşmayı seçiyorlarsa, bu organize bir tutumdur.

Suriyelilerin memleketlerini terk etmelerinde başkalarının yanı sıra Türkiye hükümetinin, bizim tarikatların, bizim çetelerin dahli olduğunu bilmeyen var mı? 

AKP’nin Müslüman kardeşçi, IŞİD’ci, Nusracı davrandığını kaç kişi duymamış olabilir bu ülkede? Suriyelilerin göçmelerinin en önemli nedenlerinden birinin Emevi Camiinde namaz fantezisi olduğunu ya da…

Laiklik ve muhaliflik de ırkçılıkla bulaşmış durumda. AKP’ye karşı çıkanlar, hükümete “bunları sen getirdin sen götür” derken kendilerini ırkçı saymıyor olabilirler. Ama Suriyelilerin bizim memleket ortalamasına çok benzedikleri, üstelik uyum yeteneklerinin belki daha yüksek olduğu gerçeği bu inatlaşmadan daha güçlü çıkacaktır. 

Zaten Suriyelilerin çoğunluğu kalma meraklısı da değildir. Bayramda döndükleri yerde, özlenen yakınlar bulunduğu ama herkese yetecek ekmek olmadığını anlamak çok zor mudur?

Bana sorarsanız zor değil. Tecavüz, mafyalaşma, hırsızlık, yaralama suçlarının onlardan önce bu topraklarda bilinmediğine inanan çıkar mı peki? Kadın ve çocuk tecavüzcü oranının hangi kesimlerde tepe yaptığının bilgisi, tarikat mensupları ve imamlar dahil, memlekete çoktan yayıldı. 

Yerli, yerleşik emekçilerin “bunlar” geleli beri işsiz kaldıklarına, giderlerse iş bulacaklarına kim inanır? 

Sonuç olarak ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ne Türkiye toplumunun içinden yükselmektedir ne de bilgi eksikliğinden beslenmektedir. Bu iş organize bir suçtur. 

Üstelik nasıl laik muhalifler de kuran kursu kurup dualı açılışlara meylediyorsa, yabancı düşmanlığı da öyledir. Bu suçun ortağı çoktur. “Yüzde 99’u Müslüman” lafı şeriatçılığı normalleştirmeye hizmet ediyordu. Bir süredir “herkes Suriyeliye düşman” şeklinde bir saptama da ırkçılığı normalleştirmekte kullanıma girdi.

Organize, örgütlü bir suç, ancak örgütlü bir mücadeleyle kurutulur. Bu mücadele sınıfsal olmak zorundadır. Suriyeli emekçi ucuz, güvencesiz işgücü havuzunu genişletmesin isteniyorsa, çözüm bu insanların örgütlenmesindedir. Sınıf örgütlenmesinin olmadığı yerde, yani hangi ana dili konuştuğundan bağımsız olarak çalışanların insan gibi yaşamalarını sağlayacak haklar için mücadele edilmiyorsa, mafya örgütlenmeleri boy atacaktır. Birbirlerini vururlar. Birbirimizi vurmaya itiliriz. Ucuz, güvencesiz işgücü havuzu ve yoksulluk ise genişlemeye devam eder.

Göçmen gerisinde boş arazi bırakmaz. Biri giderken başkası gelmiştir mutlaka. Tersi de doğru. Suriyelilerin dönmesi için Suriye’yi mahveden dinamiklerin oradan çıkması gerekir. Bu anti-emperyalist barış mücadelesi demektir. AKP’nin ve ABD’nin müdahale kanallarının kesilmesi bile Suriye’yi bayağı düze çıkartacak, milyonlarca yurtsever memleketlerini yeniden kurmak için gönüllü geri dönecektir. Barış için mücadele yükseltilemezse, düşmanlaşma kaçınılmazdır. 

Düzenin egemen güçleri sorumlusu oldukları toplumsal sorunların nedeni olarak herkese ötekini gösteriyor. Bu en kolay yönetme yoludur ve çaresi zor olmakla birlikte vardır: Ortak, sınıfsal mücadele.