Obama’dan Hat Trick

20 Ocak’ın üstünden altı ay geçmedi daha. Görev devir tesliminden sonra, hiç uzun sayılamayacak bir sürede ABD’nin yeni devlet başkanının üçlediğini söyleyebiliriz.
Bir: İran. İki: Honduras. Üç: Çin.
Üç sayısı sihirlidir ve artık Obama’nın fiyakasının altından neyin çıktığı iddialı bir kesinlikle dile getirilebilir. Bush döneminde Irak’tan asker çekme planıyla işareti verilen yeni yöntem, Amerikan ordusunun doğrudan dahlinin olmadığı operasyonlar biçiminde somutlanmış oluyor. Bu değişimi Bush’un gerçekleştirmesinin ne imkânı vardı, ne de inandırıcılığı olabilirdi.
İran’da seçimlerdeki yolsuzluk tartışmalarının herhangi bir yeniliği yoktu. Yeni olan emperyalizmin açık destek verdiği bir tarafın ayaklanma denemesidir. Honduras’ta Zelaya’nın demokrasiden saptığı iddiasının zerre kadar inandırıcılığı yoktu. Öyle ki ABD bu iddiayı ve darbeyi sahiplenmek yerine, istikrara vurgu yapmayı seçti. Şincan sorununun patlak verişinin türlü provokasyonla bezeli olduğu aşikârdı ve kritik olan burada da emperyalizmin desteğidir.
Üç ülkede de ayağa kalkan iç dinamiklerin rejimle boy ölçüşecek bir vasfa sahip olmadıkları bellidir. Honduras’taki belirsizlik bir yana, söz konusu verili rejimlerin krizi yönetmekte genel olarak başarısız olmadıkları görülmektedir. İran’da defter büyük ölçüde kapandı. Çin de, manipülatif girişimlerin altında kalacak gibi görünmüyor. Honduras’ta solun, Yiğit Günay’ın işaret ettiği gibi zaaf göstermiş olması ve hiç zaman yitirmeden karşı saldırıya kalkmaması can sıkıcı. Ancak burada defterin karşı-devrim lehine kapandığını söylemek için henüz erken. Latin Amerika solu, bu müdahaleyi geri püskürtmeye mahkûm olduğunu sezecek deneyime ve devrimci sezgiye sahip olmalıdır.
İran’da özgür seçim, Honduras’ta diktatörlük özlemi, Çin’de etnik çatışma eksenleri emperyalizmin gündem repertuarının geniş olabileceğini gösteriyor. Ortak payda ise demokrasiciliği içermiyor. ABD pekâlâ askeri darbeyle yan yana gelebiliyor.
Önemli olan, US Army damgasının başka imzalarla ikame edilmesi. Ancak bu konuda da acele edip abartmaya kaçmamak gerek. “Anti-Amerikan konumların kimilerine dolayımlı müdahalede bulunmak, genel olarak namluları indirip silahları yerli taşeronlara devretmek anlamına gelecek” diye bir kural yok. ABD, bu yolla üzerine yapışan haydutluğu biraz temizleyip, doğrudan müdahalelerinin baştan gayrimeşru sayılmasından kurtulacaktır. Bu, müdahalenin daha titiz ve daha şiddetli yapılmasını mümkün kılabilir ve dünya kamuoyu, neredeyse kimsenin pek gıkını çıkaramadığı, birinci Körfez Savaşı günlerine geri döndürülebilir.
Obama’nın açık işgal ve tecavüzden eski zamanların yöntemine geri dönmesinde kuşkusuz 2003 sonrası yükselen anti-Amerikancılığın, barış sloganlarının ve asker cenazelerinden türeyen basıncın payı var. Ama bir de, kriz koşullarında kaynaklara çeki düzen verme, yani emperyalist hegemonyayı ucuza getirme ve hatta militarizmi kâr oranlarını yükseltmenin aracı kılma gibi güdüler de var.
Kapitalizm irrasyoneldir, doğru. Ancak emperyalist egemenlerin kendi açılarından, tarih bilincinden yoksun oldukları söylenemez. Dünya kapitalizminin tarihinde iki büyük krizin ancak iki dünya savaşıyla düzlüğe çıktığını bizim kadar onlar da bilir. Dolayısıyla 2010’da mı 2012’de mi ekonominin marşının basacağını tartışmak başka, krizin bugüne kadar olandan daha büyük toplumsal ve siyasal depremlere kaynaklık etmesine hazırlanmak başka. ABD için, Obama dönemi, emperyalizmin insanlıkla yeni bir hesaplaşması çerçevesinde stratejik öneme sahip olsa gerek.
Bu perspektiften bakıldığında son bir saptama yazılabilir… Dedik ya: İran’da rejim ayaklanmayı atlattı Çin atlatacak gibi görünüyor Honduras belirsizliğinden solun dönüşü çıkabilir… Ama bunlar, yazının başlığını değiştirmez. Obama altı ayda üç sayı yapmıştır. Zira aslında bu hamleler, nihai vuruşlardan ziyade diğerlerinin zaaflarının test edilmesi amaçlı görülmektedir. Yoksa kimse Obama ve kurmaylarının İran ve Çin’in son derece güçlü devlet geleneklerini, ya da Latin Amerika’daki sol dalgayı yanlış hesapladıklarını zannetmemelidir.