Nereye kadar öğrencilik?

Haziran Direnişini ne büyük bir coşkuyla karşıladığımızı hatırlatmaya gerek var mı?

SoL gazetesi halk hareketinin yayın organlarından biri oldu. Bizim siyasi hareketimiz “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” türü reklam kokan sloganlardan haz etmezdi. Tereddütsüz bu kez biz de öyle söyledik.

Neler bitmiyordu ki: AKP’li yılların, İkinci Cumhuriyetin, 12 Eylül’ün ölü toprağının, Kürt çözümü demagojisinin, kirli dış politikanın sonunu müjdeliyordu Haziran!

Ben işi ileri götürüp, Gezi’nin İstanbul’un geçmişinde 532 Nika ayaklanmasıyla karşılaştırılabileceği yolundaki tarihçi yorumlarına sempatimi ilan ettim...

Velhasıl abartmanın bir sakıncası yoktu. Hayatta bir kere abartacak güzellik bulmuştuk!

Türkiye değişirken, sol da kendini, cesaretle değiştirecekti elbette. İddia ediyorum, kendisini aydınlanmacı ve yurtsever karakteristikleriyle tanımlayan sosyalist politik hat, yani bizim siyasi hattımız, Haziran Direnişiyle en barışık kesimdir.

Kimilerinin milliyetçilik diye burun kıvırdığı yerde biz yurtseverliği gördük. Beş benzemez bir bütün vardı. Başkaları birbirinden huzursuz olurken biz dayanışmada halk aydınlanmasının yükselişini gördük. Kimileri kendi aklını dayatmaya, bütünden beğendiği parçayı koparmaya çalışırken, biz hareketin bütününü güçlendirelim dedik. Özetle barışık olduk.

Sevmediğiniz bir hocadan ne öğrenebilirsiniz ki? Biz Haziran’ı sevdik. Öğrendik de.

Yazının devamına “ama” ile geçmeyeceğim. Tersine, sevdiğimiz ve öğretici bulduğumuz için, artık Haziran güzellemesinden öteye gitmeyen, kimseye bir şey öğretmeyen gevelemeleri terk edelim, derim.

Haziran Direnişi halk aydınlanmasıdır. Halkımız daha önce hiç olmadığı kadar özgürlükçü bugün.

Sömürü düzeninin üstünde tepindiği adalet duygusu geri kazanıldı.

Köreltilen akıl son derece parlak biçimde geri döndü.

Türkiye sanıldığı gibi bir tarafta korkakların, diğer tarafta kahramanların ülkesi olmaktan çıkıverdi.

Evet, ortada örgütlü bir işçi sınıfı çekirdeği yoktu kendini gösteren. Ama öne çıkamayan ve çıkmasını çok arzuladığımız emekçi kimliği, yurttaşların oluşturduğu halkın içinde bir kuluçka ortamı buluyordu.

O güne kadar kendine ideoloji ve siyaset adresi aramamış milyonlar solda olduklarını kavradılar ve mutlu oldular...

Bunların ve hareketin başka özelliklerinin her biri büyük birer öğretmendir. Sosyalistler bu okulun öğrencisi olmaktan keyif alır.
Ve bu ilişki tek yönlü değil!

Örneğin bu öğretmenler, bize bir siyasi program veremez. Bu hareket bir yürüyüştü. Ancak yürümeyi öğrenen ve öğreten kitle hareketi, nereye ve ne amaçla yürüneceği konusundaki sınırları aşamazdı, aşamadı.

Bizim yüzlerce yıllık kitaplarımız, marksizmimiz var.

Barikatları hareketin içindeki sosyalist örgütler değil, halk kurdu. Halk barikat kuracak kadar örgütlüydü. Ve bu bir politik örgütlülük değildi. Politik örgütlülük birkaç saatten, günden fazlasını planlar. Doğrudan kendi konusu olmayan değişkenleri hesaba katar.

Bizim ise halkın örgütlenmesini yaratacak ön birikimimiz, siyasal partilerimiz, deneyimimiz var.

Sonra direniş muazzam bir yaratıcılığın kapılarını açtı. Direnişin “kendiliğinden” sanatı, kültürü, edebiyatı sokakta parladı. Ancak hareketin daha derin tarihsel izler bırakması, büyük dönüşümlere kaynaklık etmesi için, kendiliğindenliğin işlenmesi, politize edilmesi, derinleştirilmesi gerekir.

Nâzım’ın, Aziz Nesin’in ülkesinde daha fazlasını istemeye hakkımız yok mu? Sosyalistlerin Nâzım’ı, Nesin’i ve daha niceleri var.

Halk hareketi, herkese öğretir. Beğenene de beğenmeyene de!

Sosyalistler beğendikleri ve öğrencisi oldukları hareketi geliştirmek istiyorlarsa, program, siyaset ve daha birçok konuda öğretmesini de bilecekler.