Mustafa Okan için...

Madem ki dün gece yarısını geçtikten sonra soL portala “Marksist ressam Mustafa Okan Adana NHKM’de anıldı” başlıklı bir haber girildi, benim de bu sabah konuyu biraz açmam anlamlı olacak. Mustafa’nın ölümünü bir yaz günü öğrendiğimde yazma vesilesi ve cesareti bulamadığım notları şimdi aktaracağım.

Sanat camiası ve eski TİP’liler dışında çok tanınmayabilir sözünü ettiğimiz isim. Ama bu onun tercihiydi. Mustafa Okan, dün gece onun öğrencisi olmuş bir akademisyenin söylediği gibi taşrayı bir direnç odağı olabilmek için mekân seçmişti belki de. Büyük kentte sergi, bienal, piyasa sarmalına girmek yerine gencecik yaşında girdiği mücadeleyi ressam ve akademisyen olarak sürdürebilmek için.

"Yarın" dergisini bilir misiniz? Önce “Sanat ve Edebiyat” sonra “Gençlik” dergisi olarak çıkan aylık dergiyi… 12 Eylül darbesinden bir yıl sonra dergi çıkarmak, yani siyasete geri dönmek önemlidir. Henüz daha Anayasa referandumu bile yapılmamıştır, ufukta seçim yoktur, darbe sıcaktır, düzen normalize olmamıştır yani; ve 1970’lerin ikinci yarısında sol harekette başı çekmemiş, en öne çıkamamış bir hareket dergi çıkartmaktadır. Yarın elbette resmen Türkiye İşçi Partisi’nin yayın organı değildi. Ama yasadışına itilmiş olan partiyle bağlantısını ilk günden itibaren herkes bildi.

Mustafa Okan oradaydı. Yok edilmek istenen sol meydan okuyordu.

Siyasi içeriği Marksist-Leninist kriterler açısından geri olan birinci TİP çok önemlidir. Buna karşılık sosyalist devrimi programlaştırmış, kriterler sınavını rahatça geçmiş olan ikinci TİP pek önemli olmamıştır. Yarın, kendisini yaratan ikinci TİP’ten daha önemli olacaktı. Önce aydına sonra gençliğe odaklanarak…

Üstelik TİP son yıllarında birden fazla iç kanama geçirmiş, Sosyalist İktidar grubu adını alan ve ileride Gelenek hareketine dönüşecek olan kadro birikimini kaybetmiş, ardından Genç Öncü isimli gençlik örgütünde ve partinin merkez kadrolarında kayıpları devam etmişti.

Yarın ikinci TİP’in sosyalist devrim programını değil, demokrasi mücadelesini esas aldı. Dönemin Bilim ve Sanat’ı bunun bir benzerini yapıyordu. Bizim “geleneksel” dediğimiz, işçi sınıfını esas alan partili solun tarihsel zaafı patlak veriyordu bir anlamda.

Ama arşivi karıştırdığımda anladım ki, noktayı buraya koyarsam Behice “hanım”ın lideri olduğu bir harekete olmadık bir haksızlık ettiğim sanılabilirdi. Yarın’ın kendini yerleştirdiği politik platform iki kademede değerlendirilmeli. Besbelli ki, Yarın 12 Eylül’ü solu tasfiye eden bir darbe olmanın ötesinde toplumu bir bütün olarak yeniden biçimlendirmeye niyetli bütünlüklü bir karşı-devrim olarak kavrıyor ve saldırıyı mümkün olan en geniş ve bütünlüklü bir alanda, “insanlık değerleri” adına göğüslüyordu. Üstünde tepinilen insan antette geçtiği gibi edebiyatıyla, sanatıyla, ve derginin sayfalarında yol aldıkça gördüğünüz gibi tarihiyle, kültürüyle, gündelik yaşamıyla, siyasetiyle, cinselliğiyle yani eksiksiz bütünlüğü içinde direnebilirdi ancak. Bu, kuşkusuz doğrudur ve gelişkin bir bakış açısını yansıtır.

İkinci kademeyse şudur: Bu doğru mücadele hattının önüne demokrasi pankartını açarsanız, hatlar dağılacaktır. Yarın bir yandan 12 Eylül sonrası yeniden kuruluştur. Diğer yandan solun 1970’lerde yaşadığı içeriksizleşmenin, kendisini demokratlaştırma yoluyla silahsızlandırmasının sürdürüldüğü bir mecradır. Ne yazık…

Ve kuşkusuz Yarın çok önemlidir. 12 Eylül sonrası solun yola devam ettiği kanalların ilklerinden, en etkili olanlarındandır.

1963 doğumlu Mustafa,  ‘81 Eylül’ünde başlayan Yarın’daydı. Yazdı ve çizdi. Yarın TİP’in yayın organı olarak, Türkiye’de hiç şaşırtıcı olmayan bir biçimde en başta gençlik örgütlenmesinde rol üstlenir oldu. Herhalde, yolunu kendisi açarak, Eylül 1985’de 49. sayısı “gençlik gelecektir” kapağıyla çıkacaktı. Mustafa Okan ertesi ay, 50. sayıdan itibaren “sorumlu yazı işleri yönetmeni” olarak künyede yer aldı. Gerçi derginin anteti Mart 88’de, 79. sayıdan başlayarak “aylık gençlik dergisi”ne dönüşecekti, ama Mustafa’nın yayın yönetmenliği altında çoktan bir gençlik yayını olmuştu zaten. Üniversitelerde “Yarıncılar” vardı. Öğrenci dernekleri yaygın bir kampanya olarak her yerde kuruluyordu. Aydınlık yüzleriyle 12 Eylül’e direnci temsil eden yeni bir genç kuşak devrimci mücadeleye Yarın’a bakarak katıldı.

“Demokrasi mücadelesi”nin yayın organı, TİP ve TKP’nin entegrasyon sürecinde misyonunu doldurdu ve 1988 Kasımında numarasız “son sayı” ibaresiyle çıktı Yarın.

Entegrasyon mu likidasyon mu? Demokrasi mücadelesi şu değildir. “Canım elbette sosyalizm hedefiyle mücadele etmek daha doğru. Ama o günün koşullarını dikkate almak lazım. Demokrasi dendiğinde kastedilen de zaten sosyalizm. Bir tür müstear ad. Artık o koşullarda bununla…”

Değildir. Herhangi bir koşulda bununla idare edilemez. Sosyalizm demokrasinin kazanılmasının sonrasına ertelenemez. O yıllardaki erteleme Gorbaçov karşı-devrimiyle bütünleşti. Demokrasi mücadelesi komünistleri demokratlaştırdı. Basbayağı sınıfsal bir şeydir demokrasi. Demokrasi derken genel geçer bir tarifle yetinen komünist veya devrimci, bunu, çok daha geniş yığınlara seslenme imkânını yakalamakla gerekçelendirecektir. Oysa ulaştığı genişlik burjuva demokrasisidir. Entegrasyon ve likidasyonun buluştuğu o kavşakta çok kadro buharlaştı, çok kadro dejenere oldu. Mustafa Okanlar da az olmadılar ama. Sayısı az olmayan dirençli kadronun bir kısmı Gelenek’e yönelecekti.

Mustafa ise buharlaşmaya da yozlaşmaya da direnç olmak için taşraya çekildi -eski öğrencisinin dün akşam Adana’daki anma panelinde söylediğini yorumlarsam…

Elbette Gelenek’i izledi. TKP’nin çok yakın dostu oldu. KP ile birlikte düşündü. Yoldaştı. Marksist-leninistti. Sosyalist devrimci olmakta hiç zorlanmadı.

Çok önemli eserler verdi. Öğrenci değil insan yetiştirdi. Çok sayıda olmayan ve sanat teorisini tartışan yazıları yöntem dersidir, devrimci uyanıklık ve Marksist derinlik örneğidir. Çizdikleri ve yazdıkları bizim.

Hoşça kal yoldaş…