Muhalefet dediğin

Sevgili Oğuz Oyan bugünkü yazısını “nasıl bir muhalefet” sorusuyla ve tartışma çağrısıyla bitiriyor. Doğrudur. Soru esasen budur. Yoksa, AKP’nin nasıl bir iktidar olduğu meselesi bağlanmıştır.

Sadece muhalefetten bakanlar nezdinde de değil verilen ortak yanıt. Ortada gerçek bir ortak toplumsal görüş olmasıdır, zaten ilginç olan. AKP iktidarı, tam da bizim dediğimiz gibi, kendinden menkul bir iktidar alanı tanımlamış durumda. Bildiğimiz hikaye, asarım keserim, tanımam. Bu tablo bir yorum konusu değil, açık seçik ilan edilmiş bir vakıa.

Bizim dediğimiz, uzun süredir AKP iktidarının yolunun böyle bir sonuca varacağıydı. Keyfi, hukuksuz, toplumsal dengeleri yok sayan, yalnızca ve yalnızca kendi tabanını konsolide etmeye dayanan bir tarz. Yani, özetle, anlaşıyoruz. AKP tam tamına böyledir. Birilerimizin buna karşı çıkıp diğerlerinin desteklemesi değerlendirmeyi farklılaştırmıyor.

Başka bir deyişle Türkiye toplumunun meşruiyet kriterleri parçalanmıştır.

Böyle devam edemez. Meşruiyet kriterleri her zaman sınıfsal bir öz taşır. Ancak nesnel olarak ezilen sınıfların, kesimlerin, kültürlerin de kriterlerin kendilerini sistematik biçimde budamalarına rıza gösteriyor olmaları gerekir. Bu rıza olağanüstü devlet biçimlerinde bile, belli ölçülerde vardır. Faşizm veya askeri diktatörlük koşullarında bile dışta bırakılanların büsbütün üstlerine çizik atılamaz. Ezilmiş, boyun eğdirilmiş yığınların bu durumlarını bir biçimde değiştirilemez bir kader olarak kabullenmeleri gerekir. Yani faşizm de bir normalleşme, normal kabul edilme içerir. Herhangi bir rejim kendi meşruiyetini oluşturur. Yoksa ona rejim denmez, yerleşik düzen denmez.

Türkiye’deki durum bir yarılma hali. İktidarın kriterleri toplumun yarısı tarafından reddediliyor. Durum, bu anlamda sürdürülebilir değil.
Nasıl bir muhalefet sorusu bu noktadan hareketle sorulmalı. AKP’nin platformunu kah öfke objesi olarak hisseden, kah alaya alan topluluk, bir veridir. Bu kopuşu dikkate almayan bir muhalefet geçersizdir.

Kuşkusuz, halk muhalefeti bir yelpazeyi andırıyor. Bir ucunda iktidara dönük nefret önemsizleşmese, hatta hiç azalmasa bile, kimi kesişim kümeleri, gölgeli alanlar var.

“Hakikaten ekonomiyi canlandırdılar, ama...” “Hepimiz müslümanız, ama...” “Ben de özelleştirmeyi tercih ederim, ama...” “Bak, ben siyasetle ilgilenmiyorum, ama...” “Başbakana saygısızlık edilmez, ama...”
Boşlukların nasıl dolduğunu biliyorsunuz.

İşin daha da ilginç yanı, boşlukları bilinen biçimde dolduran kesişim kümeleri iki veçheye sahipler. Birincisi, AKP iktidarı karşısında muhalefetin yumuşak karnı buralardır. İkincisi, bu köşede çokça anlatmaya çalıştığım gibi, AKP ayakta kalmak için bile hep daha saldırganlaşmak zorunda. Bu durum en mülayim muhalefeti bile çileden çıkartır.

Sonuç olarak gri alan sürekli bir oynaklıkla varlığını sürdürüyor, bir o yöne bir diğerine esniyor.

Yukarıda AKP rejiminin sürdürülemez olduğunun altını çizdim. Bu vurgunun karşısında anında akla gelen soru bellidir: “Sürdürülemez olduğunu, bu işin sonunun geldiğini söylüyorsunuz da, ne zaman? Haziran oldu, 17 Aralık oldu, ekonomi hopladı hopladı oturdu. Gittikleri falan yok...”

Bana sorarsanız yanıt da bellidir. AKP, hakimi olduğu gerici, yobaz alanın sağlamlığı sayesinde iktidarını sürdürmüyor. Temellerini oraya kurduğu ve o zeminin çamur gibi olduğu açık. Yetmeyen orası. AKP iktidarı kendini sürdürme yeteneğini muhalefetin gri alanlarından türetiyor.

Bu alanın ideolojik, politik zayıflıkları bu nedenle kritik önem taşıyor. Bu alanın iç sorunlarının etrafından dolanarak, sağlıklı, sosyalist, devrimci bir yapılanma zorlanmadan fazla adım atılamaz.