Türkiye'de gerçeklikle bağını azaltan solda, belli ki devrimci demokrasi yeni bir moment bulmaktadır. Cesaret, direniş, kahramanlık, şehitlik...

Memleketten Kopuş

Artık 1 Mayıs'tan yavaş yavaş ayrılalım. Ama daha önceki yazılarımın devamı ve yeni bir sorgulamaya geçişin adımı olarak bir noktaya daha işaret edeyim.

Devletin Taksim'i herhangi bir rezerv koymadan 1 Mayıs kutlamasına açtığını farz edin bir an... İstanbul, Havana'dan sonraki dev 1 Mayıs kutlamaları yapılan kentler kuşağına girer, belki bu kuşağın birincisi olur ve Türkiye'yi Küba'nın ardından dünya ikinciliğine taşırdı.

Bu işte bir gariplik yok mu?

Solda bu soruya "yoo" diye yanıt vereceklerin olduğunu biliyoruz. Bazı kesimlere göre Taksim fethedilmiş ve sıra artık devrime gelmiştir!
1970'lerin skolastik tartışma kavramlarına dönersek, herhalde Türkiye'de bir öncü gücün omuz vurmasıyla yıkılmayı bekleyen oligarşik bir suni denge vardır! Ya da 2000'lerin sivil toplumcu jargonuna göre, İttihatçı-Kemalist köhne birinci cumhuriyetin kolonlarından biri Taksim'de çökmüştür, sıra küresel demokrasi rüzgârının batıdan batıdan esmesindedir...

Her ikisi ülke gerçekliğinden büsbütün kopuk bu yaklaşımları geçelim.

Bu işte bir gariplik var!

Türkiye'de işçi sınıfı saflarında benzersiz bir atalet var ve Taksim'de körüklenen devrim coşkusunun sola kattığı enerjinin emekçi kitlelerine yön gösterme, örgütleme yoluna mı harcanacağı, yoksa ayakların iyice yerden kesilmesi anlamına mı geleceği tartışmalı bir nokta.

Eğer bu doğruysa, yani ülkemizdeki sınıfsal ve siyasal tablo ile 1 Mayıs arasında bir oransızlık gerçekten varsa, karşımıza, kaçınamayacağımız acımasız bir eleştiri, daha doğrusu hepimiz solcu olduğumuza göre ağır bir özeleştiri çıkar:

Türkiye'de olağan hayatın haksızlıklarına, gündelik sömürüye, her şeyin bir fiyatı var diyenlere, altta kalanın canı çıksın diyen üsttekilere karşı yılın 364 günü gıkını çıkartmayan ama 1 Mayıs günü vicdanını temize çıkartan nüfus aşırı şişkinleşmiştir!

"Bunlardan her zaman olur" denmemelidir.

"Canım ne olacak" yapılmamalıdır.

Sosyalist hareketin yanı başında daha az dinamik, daha az hareketli, bilinç düzeyi geri, örgütsüz, kendiliğindenci gibi sıfatlar yakıştırdığımız bir geniş kuşağın olmasında "ne zarar var" denmemelidir.

Hayal görmeyelim. Söz konusu olan, eski parti-sendika veya öncü-kitle modellerindeki gibi, örgütlü çekirdeğin ileri çekeceği bir geniş çevre değil. Bu, yorgun, yılda sadece bir gün harekete geçebilen, harekete geçtiğinde de davranışları itibariyle memlekete yakınlaşmak yerine uzaklaşan bir topluluktur.

Metin Çulhaoğlu geçenlerde solun "normal olmayan insanlarından" söz etmişti bir yazısında. O insanların bir çeşidi büyük bir birikinti yaratmıştır. Bu birikim solun gücünü arttırmıyor, tersine önünü tıkıyor. Sol ile halk arasında yeni bir engel oluşmuştur.

Bu yeni engel bize Yurdakul Er'in sık sık kullandığı kavramla "eski sol"dan mirastır. Bu miras seçim sonuçlarına da solun toplumsallaştığı, seçmen kitleleriyle kucaklaştığı kimi yerellikler görüntüsüyle yansımaktadır. Solun ülke genelinden tamamen ayrışarak ciddi kalabalıklara ulaştığı noktaları, toplumsal yapıyla, egemen siyasal ve ideolojik dinamiklerle, düzenin saldırısıyla "hesaplaşmanın kristalize olduğu yerellikler" olarak yorumlamak safça bir iyimserlik olur. Her ne nedenle olursa olsun yüzünü sola dönen bir toplumsallık değerlidir bizim için. Ama bu odaklar, eski solun bütün kısıtları, umutsuzlukları, yenikliği, yorgunluğu ile on yıllardır tutunduğu kovuklardır aslında.
Bu direnç değerlidir. Ama bu kovuklardan memlekete örnek olacak bir enerji çıkacağını zanneden ağır biçimde yanılır.

Son olarak...

Türkiye'de gerçeklikle bağını azaltan solda, belli ki devrimci demokrasi yeni bir moment bulmaktadır. Cesaret, direniş, kahramanlık, şehitlik...

Bu değerlerin sol içinde hak edilmiş bir dokunulmazlığı olduğu açıktır. Ancak yukarıda değindiğim "365. güncüler" veya solcu kasabalarımız için olduğu gibi, burada da doğruyu söyleme cesareti gösterilmek zorundadır.

Devrimci demokrasinin bulduğu momentte örgütlenmek, halk hareketi olmak, bir gençlik dalgasını temsil etmek vb yer almamaktadır. Geçtim, işçi sınıfına bilinç taşımayı bu tür bir devrimci demokratlığın gelişini bile, kendi adıma alkışlamaya hazırım! Bugün yaşananlar ise, tekrar ediyorum, solun ülke toprağından kopuşunu temsil etmektedir ve ilerletici herhangi bir öğe içermemektedir. Zaten bu nedenledir ki, Türkiyeli genç, eğitimli, aydınlık yüzlü, belki kasabalı, mutlaka halkçı devrimci demokrasi ile batı metropollerinin yüzü kara mendilli anarşizmi arasındaki çizgi bugün tamamen silikleşmiştir.