Likidatör

Deniz Baykal'ın ülkemiz siyasetindeki rolü bellidir. Deniz bey solun likidatörüdür. Kuşkusuz tek başına değildir bu misyonunda hatta Türkiye sosyal-demokrasisi dünyanın başka ve tanımlayıcı örneklerinde olduğu gibi solun bir varyantı olarak değil, solun tasfiyesi amaçlı oluşturulmuş, büyük ölçüde manipülatif bir harekettir.

Türkiye'de sosyal demokrasi Osmanlı sosyal demokrat ve sosyalist partilerinde, tarihsel TKP'nin etkisiyle solculaşan ama Leninist-Komintern geleneğine ve öncü parti anlayışına uzak duran aydınlarda, belli ölçülerde bazı TİP hiziplerinde daha sağlıklı kanallara sahip olmuştur. İsmet İnönü'nün ortanın solu yönelimi burjuva siyasetinin sosyalist, devrimci, emekçi hareketlerini ancak kendi sol kulvarını inşa ederek etkisizleştirebileceği yaklaşımından türemişti. Batı sosyal-demokrasisi ise burjuva siyasetine iltihak eden ve süreç içinde sınıf karakterini değiştiren bir işçi sınıfı hareketidir. Bugün hâlâ ciddi sosyal-demokrat partiler işçi sendikaları gibi bir tabana sahiptirler.

Yani sadece Baykal değil sosyal-demokratlaşan CHP hareketinin tarihsel rolüdür likidasyon.

Koltuğunun altında çok karpuz biriktirmiş biri olarak İnönü bu yeni rolde kısa süre açığa düşmüş ve yerini Bülent Ecevit almıştı. Ecevit'in, ileri yaşlarında, yaşamının temel veya en önemli mücadelesini, komünizme karşı verdiğini dile getirmesi bu söylediğimin söz konusu harekete dışardan iliştirilmiş, yakıştırılmış olmadığının, tersine bütünüyle bilinçli bir eylem olduğunun kanıtı sayılabilir.

Yeri gelmişken, her zaman, Ecevit'in başbakanlığı sırasında kontrgerilla gerçeğine tanık olduğunda “nasıl da şaşırdığı” konulu masalları samimiyetsiz bulduğumu söyleyeyim. Bülent beyin böyle anlamazdan geldiği durumların bir diğer örneği, “Amerikalılar Apo'yu neden bize verdiler, anlamadım” olayıdır. Daha yakın tarihli olduğu için, öylesi bu kadar anlayışsızlığın mümkün olmadığını daha kuvvetli bir iddiayla söyleyebiliriz.

Likidasyon meselesine dönersek Ecevit'in temel olarak bu misyonla uyumlu bir lider olduğu açıktır. Zaten likidatör sosyal-demokrasi topu topu iki tarihsel lider çıkardı: Ecevit ve Baykal. Erdal İnönü dahil, diğerleri geçici veya deneysel örnekler. Dolayısıyla bu iki liderin ikisi de, elbette, kuşkusuz ülke topraklarından, toplumun dokularından solu kazımak için hareket etmişlerdir.

Lakin ikisi arasında önemli bir fark vardır.

Ecevit siyasal kariyerinin ilk yarısında bu misyonunu solculuk yaparak hayata geçirirken ve ikinci yarısında da ilk dönemin etkisinden bütünüyle arınamazken, zaten ilk dönemde geri planda oynayan Baykal, tasfiye operasyonuna Ecevit solculuğunu da katar!

1970'lerin CHP'si aynı zamanda DİSK'i değiştirme operasyonunu yapan bir CHP'dir. Bunun koşulu olarak, CHP solcu sendikacı üretmiş, işçi lobiciliğini tekeline almış, bir sınıf tabanına sahip hale gelmiştir. Bu Avrupa örneğine göre tersten bir sosyal-demokratlaşmadır, ama yine de sosyal-demokratlaşmadır.

'70'lerin CHP'si Alevi solculaşmasını massetmek için büyük bir operasyon yürüten ve bunun için solculuk yapan bir CHP'dir. Türkiye devrimci ve komünist hareketine akmakta olan, 1970'lerde TİP'e denk düşen Alevilik CHP'nin duvarlarının içine hapsedilmeye çalışılmıştır. Benzer bir süreç Kürt hareketi için geçerlidir.

Ecevit, İsmet paşadan devraldığı CHP'yi işçi, Kürt ve Alevi muhalefetinin partisi haline getirebilmişti. Operasyonun bir tek aydın ayağına özel bir yığınak yapılmamıştı. Ama diğerlerinin nereye yöneldiğini gören sol entelijansiyanın zokayı yutmakta gecikmediği not edilmelidir.

Bütün bunlar çok önemli toplumsal dinamikleri soldan kopartmak içindir. Soldan kopartmak için belirli ölçülerde solculaşmak gerekir. Ecevit'in liderlik kimliği kazandığı 1970'lerde durumu budur. Haşhaş ekimi ve Kıbrıs müdahalesi gibi konularda, sadece caka da olsa anti-Amerikancılıktan geçinmiştir...Bülent Ecevit 1990'lara doğru gençlik yıllarının solculuğundan sıyrılmak için çok uğraş verdi.

Deniz bey ise, giderayak Fethullah Gülen'le ve ABD'yle arasının iyi olduğunu söylerken bu tür bir gerilim söz konusu değildir. Baykal dini siyasete, solu camiye sokmakta beis görmeyen samimi bir gerici, içten bir Amerikancıdır. Deniz bey asli olarak sosyal-demokrat hareketin iç gündemine kapalı geçirdiği siyasal yaşamında, takıntılı ölçülerde nereye baksa solculuk izi görmüş ve mücadelesini bunları kazımaya vakfetmiştir. Veda konuşmasında dönüş yolunu aralarken gericiliğe ve emperyalist boyunduruğa karşı yoksulların özlemlerine seslenmeyi aklının ucundan bile geçirmemesi, Gülen dostluğunun altını çizmesi rastlantı değildir.

Bundan sonra ne mi olur? Türkiye'yi kural olarak imam nikahlı cahillerin yönettiği bir dönemde aile ahlakının rağbet bulması trajik ve doğal sayılmalıdır. Bizim işimiz ise, solculuğun elinden alınan toplumsal dinamikleri geri kazanmaktır.