Libya ve halkımız

Türkiye toplumu geleneksel olarak Batıya benzemek anlamında bir yolculuğa angajedir. İslam dahi bu anlamda modernleşmenin karşıtı değil, tamamlayıcısı olabildiği ölçüde içine itildiği dar sınırların ötesine geçip iktidara ulaşabildi.

Ancak öte yandan Türkiye toplumu için bu bitmemiş ve çok umutlu olunmayan bir yolculuk. Halen parçası olunan, politik olarak değilse de duygusal olarak dayanışma hissedilen bir doğu vardır çünkü ve o doğu daha gerçektir.

Devlet Türkiye'yi yola itekler, halk buna itiraz etmemekle birlikte, somut olarak ne Amerikancı, ne İsrailci, ne Avrupacı olur. Çevrede ne olup bittiğini titiz biçimde izleyen bir meraklı çekirdek nüfusu olmasa da, toplum komşu ülkelerdeki Amerikancı, batıcı, uzlaşmacı liderlere değil tersi tutum alanlara sempati duyar.

Sadece birkaç ögesine değindiğim bu ideolojik-psikolojik tablo, AKP iktidarında bir yandan sömürülmek bir yandan da değiştirilmek durumunda. İslamcı, yayılmacı, büyük görünmeci söylemler durumu kendisi için nasıl bir avantaja çevirdiğinin delili, AKP açısından. İsrail'le rekabet tam bu zemine oturtulmuştur.

Ancak toplumun bu tür Batıya dönük rezervlerinden anti-emperyalist siyasete bir geçiş kanalı apaçık ortada duruyor. AKP'nin bu kapıyı kesinkes kapatmak için bu alanda da toplum mühendisliğinde yol alması gerekiyor.
Başka şeylerin yanı sıra Libya Erdoğan ve arkadaşları için bir şans. Irak'a saldırı günlerinde ne acılar çektiğini bildiğimiz bir AKP vardı. İktidar 1 Mart tezkeresinin günahını silebilmek için az uğraşmadı. 2003'te Irak'a saldırıya “tamam” diyemeyen AKP'yi, düpedüz karşı çıkan CHP bütünlüyordu. ABD nezdinde Baykal'ın siyasi yaşamının o günlerde sonlandığı yorumları çok yapılmıştır...

2011'de, Libya gündeminde operasyonun fazla ölüme yol açmaması ve işgale dönüşmemesi türünden kayıtlar Arap Birliği'nden Türkiye'ye, oradan Rusya ve Çin'e uzanan ortak paydayı oluşturuyor. İçerik itibariyle saçmadır. Herkes bir ülkenin hava sahasını kapatmanın ancak askeri müdahaleyle temin edilebileceğini bilir. Herkes hava saldırısı yoluyla iktidar değişikliği sağlanamayacağını da bilir...

Ancak bu içi boş tutum bütün işbirlikçi rejimlere ve iki yüzlü kurumlara sığınak oldu. Bu çevreler operasyonun NATO tarafından mı yoksa BM eliyle mi yürütülmesi gerektiğini tartışmaya devam edecekler ve burada emperyalistler arası rekabetin kaderi belirlenecek. Yeri gelmişken, Türkiye bu rekabette bağımsız bir aktör olamayacağı için ABD ile aynı konumda pozisyon almak durumundadır. Bu sayede kendisi bağımsız aktör olmayan Amerikancı Türkiye'nin kimi emperyalistlerden çok daha avantajlı olacağını da eklemeliyiz.

Esas konumuza dönersek, Libya savaşında Türkiye toplumunun ne yapacağı bir egzersiz anlamı taşıyor. Doğu dayanışması diyebileceğimiz ve AKP'nin istismar ettiği verili toplumsal havanın dönüştürülmesi için de bir laboratuvar sunuyor Libya. Zira ilk olmayan Libya son da değildir ve emperyalizm, özellikle de ABD emperyalizmi hegemonyasını derinleştirmek zorundadır. Hep böyleydi ve 2008 krizinden sonra çok daha fazla böyledir...

Türkiye halkı Libya'da terbiye edilmek istenecek. AKP'nin bu işleme girerken avantajları olduğunu kabul edebiliriz.

Nedir bu avantajlar?

Bir kere Libya uzaktır. İkincisi Türkiye'de Kaddafi sempatisi 1970'li yıllarda çok sınırlı bir süre için söz konusu olmuştur. Üçüncüsü Libya bir dizi açıdan sermaye ve emekçiler için önem kazanmış olsa da, alternatifsiz değildir. Dördüncüsü, Libya'nın doğal kaynaklar açısından dünyada taşıdığı önem zaten sınırlıdır.

“Libyalılara silah doğrultmayan” bir Türkiye'nin, bu ülkenin emperyalist sisteme tam boy entegre edilmesinde rol üstlenmesi... Böyle bir dengenin kurulması pekala mümkün. Bu konumun bütün işbirlikçi Ortadoğu rejimlerini pek rahatlacağı kesin. İçerde ise Türkiye toplumu Afganistan ve Irak'tan sonra bir de Libya üstünden terbiye edilmiş olacak. Tanımlı gelecekte önümüze gelecek olan asıl büyük lokma ise İran.

Asıl önemli olan İran'dır. Ancak bugün Libya gündeminde anti-emperyalist mücadeleyi yükseltmeyen ve “uluslararası toplum”, BM kararları, barış gücü tipi palavraları uğraşmaya değmez bulanlar, yarın öbür gün İran sayfası açıldığında kendilerini bir sandalyeye bağlanmış hissedeceklerdir. Kaldı ki anti-emperyalizm ve barış yanlılığı bir taktik değil, kimlik özelliği olmak durumundadır.