Kürt sorunundan sola

Kürt sorunu cephesinde AKP'nin tarzının ve hedefinin ne olduğu ortaya çıkalı hayli oldu aslında. Ancak bir o kadar zamandan beri bunu anlamazdan gelme eğilimi de başımıza bela olmuş durumda.

Irak'ın emperyalizmin hedef tahtasına yerleştirildiği günlerde Kürt sol hareketleri ve Türkiye solunun dünyaya Kürt merkezli bakan kesimleri bir konuda sıkıntıya düşmüşlerdi: Emperyalizme karşı çıkmak ilkesel bir konuydu. Ama ya emperyalizm istisnai olarak işe yarıyorsa, ne olacaktı? Bahsi geçen kesimler o gün bir kez daha solculuktan uzaklaştılar. O gün bir kez daha pragmatizme teslim oldular. Üstelik bu pragmatizmden son tahlilde tek bir kazanımları olmayacağını, bu pragmatizmin sağı beslemek varken solculara yarar sağlamayacağını anlamak istemediler.

Yani sorun ikiliydi. İlkelerin terkedilmesi yanlıştı. Ve bu yanlıştan bir kazanım da elde edilemeyecekti. Emperyalizm istisnai olarak bile solun, halkın, emeğin, ilericiliğin işine yaramaz çünkü!

Aynı akıl yürütme Avrupa Birliği başlığını kilitledi yıllarca. Oysa Mesut Yılmaz ne güzel ifade etmişti: “AB yolu Diyarbakır'dan geçer” sözünü, “aslolan Türkiye'nin AB kodlaması altında dünya kapitalizmine eklemlenmesidir ve Kürt sorunu bu denklemin bağımlı değişkenidir” biçiminde okumak hiç zor değildir. Ama Türk ve Kürt solunun geniş kesimleri tarafından AB süreci Kürt sorununun çözümü anlamına yorumlandı. Uras çizgisi evetçi oldu. Kürkçü çizgisi “AB'nin pozitif yanlarını alır, negatif yanlarını reddederiz” diyerek politika yapılabileceğini zannetti. EMEP çizgisi pratik politik konumlanışta herhangi bir değişikliğe vesile olmayan, yani lafta bir AB eleştirisini sürdürdü.

AKP'yle ilişkili olarak benzer bir akış şeması ortaya çıktı. Düpedüz AKP'nin memuru konumuna yerleşen Birikim ve DSİP ekollerini bir kenara atabiliriz. Asıl önemlisi geri kalandır. Bunlara göre AKP gerici olabilirdi, sınıf karakteri de belliydi tabii. Ama neden AKP'nin iktidarı altında yaşanan bir takım süreçlerin yan ürünü olarak demokratikleşme olmasındı, Kürt sorunu çözülmesindi? AKP aklayıcıları, bu partiye “demokratik devrimcilik”, çağdaşlık, askeri rejimin tasfiyeciliği gibi özellikler atfetmekle bir yandan meczuplaşıyorlar, ama diğer yandan da iç tutarlılığa kavuşuyorlardı. Karşılıksız pragmatizm ise solun aklını bir hayal alemine sürüklemekle, kendini yiyip bitirmekle kaldı.

Sonuçta AKP dinci, gerici, emek düşmanı, özelleştirmeci vb olabilirdi. Dolayısıyla AKP eleştirilmeliydi. Peki, Kürt başlığında bu eleştiriye bir istisna getirilemez miydi? Bu sorunun yanıtı basittir: Gericileşmenin herhangi bir özgürlük, adalet talebini tatmin etmesi olasılığına prim verilmemelidir.

Türk solunun bu hale düşmesinin müsebbibi tek başına Kürt dinamiği değil elbette. Bana sorarsanız, sorunun başlangıç noktası, solun sosyalist iktidar perspektifi zaafında aranmalıdır. Mücadelenin odaklanacağı yerin siyasi iktidar olduğundan ezelden beri pek haz etmemiş olan Türkiye solunun çoğunluğu, hele 12 Eylül yenilgisinden sonra faturayı -gündelik yaşamın dönüştürülmesinin, demokrasi mücadelesinin, sivil toplumu geliştirmenin vs ihmal edildiği- bir “siyasal devrim saplantısı”na kesme eğilimi geliştirdi. Sabah akşam demokrasi mücadelesi sözünün tekrarlandığı 1970'li yıllara bakıldığında bu faturayı kimin ödemesi gerektiğini keşfetmek çok zordur. Ne gam sivil toplumculuk zaten bir tür şeytan taşlama olarak görevini yerine getirdi...

Bu zeminin üstüne “Kürt sorunu çözülmeden başka bir şey olmaz” nakaratı kolaylıkla oturtulmuştur. O çözülse, sivil toplum gelişmeden, demokrasi ilerlemeden, önce sosyal demokratlar iktidar olmadan... gibi sayısız koşul sıralanacaktır!

Öte yandan Birikim-DSİP tipi liberalizmin solda etkisinin sınırlı olduğu da açık. ÖDP gibi birlik kavramını en yükseklere yazarak kurulmuş bir parti bile, AKP'ci liberalizmi kustu. Belge ve Laçiner'in Çandar veya Çongar'dan farkını kim anlatabilir? Sol antetli liberal üretim soldan çok sağa servis yapmıştır. Sağcılığın çıkarcılık, solculuğun ise vicdan sahibi olmak biçiminde bellendiği bir toplumsal bilgi nedeniyle, bütün büyük projeler soldan aklanmaya ihtiyaç duyar. Sözü edilen kesimlerin işi budur. Yoksa birileri abuk sabuk tezler ileri sürdü diye, Türkiye'de solculuk liberalleşmiş değildir.

Lakin siyasi iktidar perspektifini hiç kemiklerine dek hissetmemiş olan solculuk, Kürt hareketinin öncelikleri karşısında düpedüz ezilmiştir. İşin ilginç tarafı sol bu durumdan kurtulmadıkça, Kürt cephesinde durumun iyiye gideceği de yoktur. AKP'nin ilan ettiği savaşın söyledikleri arasında bu da var.