Kongre ve sonrası

Türkiye nereye gidiyor? Bu ülkede önümüzdeki yıllarda nasıl bir hava esecek?

AKP'nin temel seçim sloganını hatırlarsınız: İstikrar sürsün...

Bu nakarat memleketin sayısız duvarına afiş olup asılırken, seçimin kendisi birkaç kez direkten dönüyor, memlekette kan gövdeyi götürüyordu. O kadar çok milletvekili adayının hapishaneden derlenmiş olması nasıl bir istikrar tablosu çiziyor olabilirdi, sizce!

AKP'nin sloganı düpedüz ekonomist bir sapmaydı ekonominin büyük-küçük kapitalistlere kazançlı bir konjonktür vaat etmesi yeterliydi hükümet partisine göre. Sokaklar çatışmadan geçilmiyormuş, dağda, kentte insanlar ölüyormuş ne gam! Sen cebine bakacaksın!

Ama “istikrar sürsün” sloganının bu tavsiyesi uyarınca başlarını indirip boş ceplerine bakan on milyonların da ekonomizmin saflarına katıldıklarını düşünemeyiz. O saflar kriz öncesinde sermaye sınıfının bileşimini değişime zorlayacak ölçüde büyüyenlere, kriz depremine dayanabilenlere, kriz altında bile kârlarını arttırmayı sürdürenlere, sonrasında ise yurtdışı vizyonunu parlatanlara aittir. Yoksullaşan kesimlerin ve emekçi kitlelerin AKP'ye ikna olurken geçtikleri patika ekonomizmin karşıt kutbudur esas olarak. İlle özetlemek gerekirse, dinle sarmalanmış güç ideolojisi... Hal böyle olunca karmaşa, çatışma, kriz, gerilim, sarsıntı gibi öğeler AKP stratejisi içinde anlam bulabilmiş, geniş kesimlerin verili bir istikrar için değilse de, bir denge umuduyla dine ve iktidar gücüne tutunmaya çalışmaları noktasına varılmıştır.

Buraya kadarı seçim dönemi. Peki ya sonra?

Türkiye farklı ve hatta karşıt tarafların büyük bir uzlaşmayla, birlikte yeni anayasa yapacakları bir döneme mi girmiştir? Artık alıştık ve öğrendik büyük uzlaşmalar şiddetli çatışmaların yalnızca reddi, alternatifi değil. Bunlar, aynı zamanda birbirlerinin eşlikçisi, kolaylaştırıcısı, vazgeçilmez parçaları. Ama, bu doğru olmakla birlikte, uzlaşmanın algılanabilmesi için etrafın dumana boğulmaması gerekir!

Türkiye “Kürt sorunu”nun çözümüne doğru ilerlemekte midir? Altan'ın, Tan'ın, Çandar'ın, Elçi'nin, Fırat'ın, Cemal'in, Erdoğan'ın dedikleri gibi çözümün eli kulağında mıdır? Evet, herkesi, çözüm deyince Kürt yoksullarını, işsizlerini, açlarını düşünmeye zorlayamayız. Bu isimler çözüm dendiğinde ulusal uçurumların, o da her alanda değil, bazı başlıklarda bir nebze kapatılmasını anlıyor olabilirler.

İyi de, herhangi bir resmi, çözüm diye görebilmek için hiç olmazsa kan dökülmemesi, belirli bir yumuşamanın olması falan gerekmez mi? AKP'nin, Kürt sorununu İkinci Cumhuriyet çerçevesine oturttuğunda, buradan düzeni zorlayan değil, besleyen bir damar şekillendirmek istediği bellidir. Ama bu yolun ağzında Kürt ulusal hareketini mümkün olduğunca yıpratmak için elinden geleni ardına koymamacasına mücadele etmeyi seçtiği de bellidir.

Daha basit bir örnek olarak CHP'nin yemin krizine bakılabilir. İçi boş bir metin karşılığında AKP Meclis çatısı altında bir uzlaşma ortamı tesis etmiş, bir istikrar kapısı mı açmıştır, yoksa bütün bunlar başbakanın karşı tarafı aşağılaması, alaya alması açısından mı önem taşımaktadır? Bir AKP sözcüsünün, CHP'liler yemin ettikten sonra çıkıp “Ergenekon'u kimsenin sulandırmasına izin vermeyiz” demesi bu sorunun yanıtını açıkça vermiştir.

Yüzde ellinin ne tür gelişmelerin önünü açacağı seçimin haftasında Türkiye'nin Suriye'ye müdahalesinin gerçek bir seçenek olarak belirmesiyle anlaşılmış olmalıdır. Savaş seçeneği istikrar ve uzlaşma mı demektir, militarizm ve milliyetçilik mi?

Diğer yanda ise konunun şike olmadığını anlamak ve söylemek için allame olmak gerekmiyor. İktidarın dev bir sektör olarak futbolu yeniden tasarlamak istediği, bu sektörün yeni rejime ve egemen güçlere uyumlu hale getirileceği açıktır. Şikeciler futbolun Veli Küçük'leridir yalnızca.

Türkiye'yi sorulardan, krizlerden arındırmak anlamında istikrar saçma sapan bir demagoji. Türkiye bir yandan da radikal ölçülerde değişmekte ve mücadelenin yol, araç, üslup ve ara hedeflerinin yenilenmesi gerekmekte.

Kongreye gidense TKP. Önümüzdeki hafta sonu Türkiye Konferansı tamamlanacak. Parti kendisini ısrarla çağıran, birkaç haftalık tempo eksiltmeyi bile sineye çekmeyen ülke nesnelliğine geri dönecek. Bu nesnelliğin mücadeleci, sosyalist devrimci, komünist bir işçi sınıfı partisine kapandığını sananlar yanılacak. TKP Türkiye'nin nereden nereye gitmekte olduğu ve bu gidişe nasıl direnileceğine ilişkin devrimci bir zihin açıklığını temin ediyor, tazeliyor. Ne yapacağını, nasıl yapacağını bilmek bizim en büyük başlangıç donanımımız. Gerisi ise kendiliğinden gelmeyecek, biz kuracağız. Kongre sayesinde, kongrenin peşi sıra!