Kitlesiz siyasete alışılır mı?

Çoğunlukla büyük kitleler bir kez ortaya çıkınca hayatın artık öyle gideceği sanılır. Oysa böyle bir toplum yasası yok. Hatta tersine, bizde son olarak 2013 Haziran’ını yaşadıktan sonra olduğu gibi, büyük kitlelerin kolayca dağılmaları hiç şaşırtıcı olmamalıdır.

Büyük kitle hareketleri belirli dönemlere özgüdür zaten. Eylemin sürekliliğinden söz edemeyiz. Ama siyasetin kitlesizleşmesi başka bir şeydir. Türkiye’de genel olarak kitleler evlerine itilmektedir.

Bunun böyle gideceği sanılmamalıdır.

Seçim dönemi kalabalıkları iyi bir gösterge olmuyor. Çünkü düzen partileri hep o günleri beklemişlerdir. Seçim, diğer yandan da bir piyasa hareketidir ve “siyaset ekonomisi” kitleleri resmen ödüllendirir. Para dağıtırlar yani… Seçimlerin konjonktürel kalabalığı kitlelerin politize oldukları anlamına bile gelmeyebilir.

Türkiye’de kitle hareketi ne zaman yükselse, siyasal doğrultusundan bağımsız olarak, düzen refleksi devreye girer. Genel olarak burjuva düzeni, özel olarak Türkiye kapitalizmi sevmez öyle hareket falan…

Bundan kabaca on yıl önceki Kemalist yükselişin kitlelerini o hareketin başını çekenler bile sevmemişti. Burjuva konformizmi ve ordu kurumsalcılığı, kitleyi görünce hangi yöne yürüneceğini değil, sağ salim dağılmayı düşünmeye başlar. Sosyal-demokrasi farklı mı, sanki?

AKP’nin, düzenin bu alışkanlıklarına şok yanıtlar veren tarzı bu konuda da devreye girmişti. “Evlerinde zor tutuyoruz” lafı pek anlamlıdır. Kitle, rejimi değiştirirken bu silaha sık sık başvuran AKP açısından bile “tutulması”, “zapturapt altına alınması” gereken bir şeydir.

Tabii onların büyük bir güvencesi vardı. Gericilik biz de hep manipülatiftir. Kendiliğinden, samimi olduğu görülmemiştir. Biat kültürünün egemenliği altında icabında yürüyen, söylendiğinde geri dönen bir kalabalık.

Bu yüzden AKP siyasetinin kitle bacağı karşı taraftakilere sallanan bir sopadır. Siyasetin kitleyle yapılması değil, siyasetin kitle aracılığıyla terörize edilmesi denebilir bu olguya. Sağ budur Türkiye’de.

Düzen güçlerinin ortak paydası kitle faktörünü büyütmek değil, kontrol edilebilir tutmaktır. Kitle “gösterilerek” siyasal açılım yapılır mesela. Ama kitleyle beraber değil…

Bir tek Kürt hareketi sol kökleri ve düzen dışı salınımı nedeniyle farklıdır. Farklıydı mı demeliyim?

Çok zamandır gündem seçiciliği bariz bu cenahta. Kürtler genel olarak Türkiye toplumunun daha hareketlenmeye eğilimli bir kesimi olmaktan ziyade, genelde başkalarından pek farkı olmayıp “Kürt gündemleri”nde eylemli hale gelen bir görünüm kazandı. Böyle seçici olunca dinamizmin 21 Mart’lara sıkışması, mesela 1 Mayıs’lara pek sıçramaması şaşırtıcı olmuyor.

Bu kadar değil. Şu son aylarda Kürt hareketinin kitleyi, aynı burjuva siyasetinde olduğu gibi kontrol etmek üstünden düşündüğü görülüyor. İktidar Kürtlere ve Kürtlüğe savaş açtıysa, kitle nerede? “Kontrol altında” mı?

Bir tek “sol” böyle yaşayamaz. Sol siyaseti eylemli ve kitleli olarak yürütmek zorundadır. Bunun türlü nedeni var. Örgütlenmeyen ve hareket etmeyen işçiler sınıf gibi görünemezler ve hissedemezler. İşçi sınıfı siyaseti ve sol, asla burjuva düzeninin büyük araçlarına sahip olamayacaktır ve aradaki açı örgütlenmeyle, kitleyle ve örgütlü kitle eylemiyle kapatılmalıdır…

Burjuva siyaseti kitlesizliği benimsiyor. Ama bana sorarsanız bu durumun Türkiye’de statüko halini alması olanaksız. Siyaset olağanüstü hareketli ve yavaşlaması için neden yok. Kitlelerse basbayağı politize ve politizasyonun hareketsizlikle uyumlu sürüp gitmesi için de neden yok. Düşünün, tempoyu düşürmesi ve kitleleri depolitize etmesi imkânsız bir siyaset kurumu hareketsiz, kontrol altında kitleler istiyor.

Saçma!

Siz bakmayın bir süredir Türkiye’de solun kitle eylemi gücünden eksilmiş olmasına. Bu açık hem kapatılmak zorunda, hem de kapanması kaçınılmaz. Kitlelerin geri dönüşünü bekleyerek değil asla. Örgütlenerek, örgütlü sınıf siyasetini yükselterek…