Kitle hareketine dönüş

Kapitalizmin ilk iki büyük dünya krizini iki büyük dünya savaşının izlemesi, 2008 krizinin olası sonuçlarına ilişkin akıl açıcı olabilir pekala. 2008 krizinin sonuçlarının nereye varacağı sınıf mücadelelerinin konusu. Ancak ilk ağızda kitle hareketlerine ilişkin olarak yeni bir sayfanın açıldığını artık saptayabiliriz.

Neo-liberalizm çağında sınıf ve kitle hareketlerine elveda denildi. Öyle ki, 20. yüzyılın sonlarında ya da krizin öncesinde dünyada kabaca iki tür kitle hareketi kaldı. Bir tarafta az kitleli, fazla manipülasyonlu karşı-devrimler. Doğu Avrupa'nın sosyalist rejimlerini yıkan bu dalga, düzenleme hedefiyle daha sonraları Karadeniz'in kuzey kıyılarını dövmeye devam etti. Ancak burada hareketin kitselliğinde pek de abartılacak bir şey olmadığı not edilmelidir. Çözülen, kendine taban bulamayan, emperyalist projelere aykırı konumlanışını bir toplumsal mücadeleyle birleştiremeyen rejimler, nicel açıdan sınırlı ama komplocu bir akıl tarafından başarıyla yönetilen eylemler karşısında sallanıyordu.

Diğer tarafta ise başlı başına bir Latin Amerika olgusu ortaya çıkıyor, anti-emperyalist yoksul emekçi halklar, seçim kazanıyor, karşı-devrim girişimlerini püskürtüyordu. Latin Amerika deneyimi, neo-liberalizm çağının hem istisnası, hem de bu çağın sonunun müjdecilerinden biri oldu.

2008 krizi bu tabloya bir “sistem çözülüşü” eklemiştir. Avrupa'da İngiltere, Almanya ve İtalya dışında uğramadık, tehdit etmedik yer bırakmayan bir süreçtir bu. Solun etkisi ve programı, hedefleri farklılık taşımıştır. Fransa'da uzlaşmacı bir solculuk, Yunanistan'da devrimci bir solculuk kendini göstermiştir örneğin... Ancak bir bütün olarak solun kıta çapında veya tek tek ülkelerde kitle hareketine önderlik etmekte zorluklar yaşadığı açıktır. Aslında kitle hareketleri esasen tepkisel bir evrede çakılı kalmışlar, krizin dar anlamda ekonomik ve daha geniş anlamda toplumsal-ideolojik çözücü etkilerini yansıtmışlardır. Köklü bir düzen değişikliği fikri ise Avrupalı kitlelerin gündeminde yoktur. Toplumu sarmaya devam eden ideolojik örtü, neo-liberalizmin çeyrek asırlık kazanımları ile bu tahribata isyan arasında gidip gelmektedir.

Belirsizlik ve yönsüzlüğe, Avrupa'da düzenin toplumun dokularına nüfuz eden gücü eklenmelidir. Son seçimlerde tam olarak iki bölgeye denk düşen, biri ayrılıkçı diğeri birlikçi iki partinin koalisyonuna mahkum olan Belçika Haziran'dan bu yana yeni bir hükümet kurulmaksızın yaşamaya devam ediyorsa, bu rastlantısal bir durum sayılamaz. Hükümetle, devletle ölçülmeyen derin bir gücü vardır düzenin. Kendiliğinden ve tepkisel haliyle Avrupa'da kitle hareketi istediği kadar büyüsün, bununla boy ölçüşemeyecektir. Bu noktada önderlik, program gibi “öznel faktör”ler devreye girmelidir. Bu kadar güçlü bir düzene karşı kendiliğinden, tepkisel bir mücadele ufuksuzdur. Kitle hareketi bir önderlik tarafından yönetilmelidir.

Kuzey Afrika'da ise düzenin doğrudan, fiziksel ve siyasal egemenlik mekanizmaları ile dolayımlı, ideolojik ve toplumsal egemenlik mekanizmaları arasındaki denge tam tersi yönde kurulmuştur. Bir o kadar yönsüz, tepkisel, kendiliğinden kitle hareketleri, eski düzenin fiziksel bariyerleri işlevini yitirdiği anda kendilerini devrimin ve iktidarın eşiğinde buluyorlar.

Emperyalizmi komplolara indirgeyen milliyetçi yorumcular, Arap rejimlerinin çözülüşünü eski sosyalist ülkelerin yeniden düzenlenmesi hedefli Soros manipülasyonlarıyla karıştırmakla yanlış yapıyorlar. Başlangıçta ortada bir manipülasyon olmadığı, tersine emperyalist merkezlerin hazırlıksız yakalandıkları açıktır. Bu hazırlıksızlık, bir hata değildir dünya kapitalizmi krizini öngöremez, öngörse önleyemez. Bu çaresizlik, şimdilerde krizin atlatılışını kutlayan sermaye merkezleri için, toplumsal dokudaki çözülüş, küresel krizi takip edecek olacak siyasal krizler, belki savaşlar için de geçerlidir.

Ancak Arap rejimlerinde çözülüşün göstergesi, sonucu ve derinleştiricisi sayabileceğimiz kitle hareketlerinin “öznesiz” haline bakınca, önümüzdeki en yüksek olasılığın emperyalizmin hazırlıksızlık açığını gidermesi olduğunu da görürüz. Gerek Tunus'ta gerekse Mısır'da önlemler devreye sokuldu bile. Irak'ta derin biçimde yıpranmış Baradey'den acele bir muhalif siyasetçi üretip paraşütle Tahrir Meydanına indirmelerine, hareketin dinci bir çıkışı olmamakla birlikte yüzbinlerin namaza duruşuyla biçim kazanmakta olmasına vb bakılırsa önlemlerin sonuç verdiği de söylenebilir.

Tablo özetle budur. Sonuç insanlığın kurtuluşuna ışık tutmamaktadır. Ancak artık kitle hareketleri istisna olmaktan çıkmıştır. Hal böyleyse sınıf hareketinin ve öznenin geri dönüşü için zeminin daha elverişli hale geldiği de eklenmelidir.

Bu koşullarda bizim başbakanın “direniş” sözcüğünü aşağılaması ve kriminalize etmesi, çok zamansız ve nafile bir çıkıştır.