Kim güçlü, kim güçsüz, ne kadar…

Türkiye ilericilerinin AKP karşısında kendilerini güçsüz hissetmeleri ciddi sorun. Bu hissiyattan çıkabilecek seçenekler bellidir.

Kimileri güçlüde erdem keşfedip tadını çıkartmaya baktı bugüne kadar. Kusura bakmayın, dimdik ayakta duran (!) TÜSİAD’cıları ilericiden sayamayacağım için bu kategorinin neredeyse kuruduğunu söyleyeceğim. Perinçek’in Atatürkçülüğü çoktan, Nedim Şener’in demokratlığı yakın zamanda yalan oldu… İşin özü, AKP ne başkalarını kendine bağlayacak kadar güçlü olmayı sürdürüyor, ne de dağıtacak şeker kaldı. Tabii ki hediye edecek çok apartman var; ama değeceği çok şüpheli artık. Biraderlerin nasıl Fetöcü ilan edildiğine baksanıza! Yarın öbür gün, bugünkü üç kuruş için sizi de RTEÖ’cü diye… Maazallah.

Sonra, boyun eğenler olur. İnsanlık halidir, emekli olmaya, köşelerine çekilmeye, kafalarını kuma sokmaya bakarlar. Kendilerini çok yorgun ve bezgin hissediyorlardır. Enerji veremediğimiz için üzülürüz ve -bizimki de insanlık hali- biraz da kızarız.

Boyun eğmenin insansız hali olarak bazıları da kaçarken edepsizleşir. Bunlar herkesi kaçmaya çağırırlar, kaçma fiilini kutsarlar, “one way ticket” alıp, resmini çekip facebook’a koyarlar. Çocuklarını başka yerde okutacak, canları isterse geri dönecek paraları vardır. Aslında kalanların ısrarını parasız olmalarıyla, fakirlikle açıklamış olmaktadırlar. Anlayacağınız, paralarıyla döverler insanı.

Güç analizi hissiyatın ötesine taşınarak da yapılabilir. Bu durumda mücadelenin somut hedeflerini, dilini somut duruma uyarlamaktasınızdır. Örneğin bana sorarsanız, AKP’nin bugün itibariyle sahip olduğu politik donanım, ekonomik potansiyel, ideolojik ağırlık, yani ezcümle “toplam güç” Türkiye’yi yönetmeye asla yetmemekle birlikte, başta dış faktör, bir kez daha gericiliği beslemekte ve kurtarmaktadır: Emperyalizm strateji krizi yaşadığından bu meczup rejimin yerine ne koyabileceğini bilememekte, Rusya görülmemiş bir oportünizmle sahayı karıştırmakta, ve zaten düzen içi muhalefet akımları da dışarıya endekslenmiş bulunmaktadırlar. Tabloyu böyle görünce dünya görüşünüze, ilkesel politik tercihlerinize, sınıfsal kimliğinize göre politikanızı tayin edersiniz.

Ama kimisi de ille dev aynasından görüntü almak gerektiğine inanır. Solcuysa eğer, solu güçlü görmek isteyecektir. Güç duygusuna bağımlı olan, onsuz kimseyi ikna edemeyeceğini düşünen sol, kendisi yeterince güçlü değilse ne yapacaktır peki?

Türkiye’de örgütlü sol siyasetin en geniş kesimleri, sol yorumcuların çok büyük çoğunluğu bu durumdadır. Dev aynası da yetmemektedir. O kadar daralmış bir sol vardır ki ortada, aynada kendini bile kandıramayacaktır. O zaman herkese solculuk atfetmek bir psikolojik çare haline gelir. Solcumuz, solculuğu bırakıp en geniş demokrasi güçlerinin, – demokrasi güçlerinden de geçtim- bütün AKP karşıtlarının, -o da yetmez- tüm Saray muhaliflerinin birliğine akmalıdır. Hmm; ya bir üst paragraf doğruysa ve iç güç dengeleri ne kadar Erdoğan aleyhine olursa olsun değiştirmeye yetmiyorsa? Madem öyle “en geniş muhalifler birliği”, dünyada AKP’nin işini bozan herkesi ittifak gücü ilan etmelidir. Batıda, doğuda, kuzeyde ve güneyde istediğin kadar bulabilirsin. Almanya da bir nevi demokrasidir mesela. ABD peki? Adam sen de, taktığın şeye bak, burada hayat memat meselesi varken! Emperyalistler yılandan beterdir elbette. Ama şu ara sokmadıklarına göre neden müttefik olmasınlar? Bu “duygusal” solun bir bölümü CHP’ye ağzına geleni söylemişti bir süre önce. Ne faşistliği bırakılmıştı, ne patron yardakçısı olduğu, ne Kürt düşmanlığı… Geçiniz!

Türkiye solu vazgeçmiş bulunuyor. Siyaset sınavından değil. İşçi sınıfının çıkarlarını temsil etmekten, halka karşı dürüst olmaktan, ilkeli olmaktan… Solun önemli bir bölümü bu aralar her gözüne ilişeni pek geniş cephesine katıp Saray'ın üç beş eş dost akrabadan ibaret kaldığını anlatmaya kendini verdi. Buradan bir şey çıkmaz. Siyasi mücadele, hele devrimci ve sosyalist olan türü, daha ciddi bir iştir. Bizim gücümüz, şeriatçı eskisini, patron yamağını, emperyalist yalakasını, faşistin modernini kapsama becerimizden gelmez.