Kavşak

İkinci Cumhuriyet'in 2011 seçimleriyle çok büyük bir aşama kaydettiği açıkça görülüyor. Bu aşamanın adını, cesaretle koymak ve Birinci Cumhuriyet'in önemli bir kazanım bırakmaksızın çöktüğünü belirlememiz gerek.

Solda “ha bir ha iki hepsi kapitalist sömürü değil mi?” yaklaşımı, görünürde biraz geriledi. Ancak bu, politik bir olgunlaşmadan ziyade İkinci Cumhuriyet'in sola tutunacak yeni dallar uzatmasından kaynaklanıyor.

Gazla adam öldürülüp milletvekillikleri konusunda restleşen bir hükümetten uzanan dal esasen Kürt sorunundan güç topluyor. Solda kimilerinin kendilerini yeni Anayasa sürecinin muhatabı ilan edebilmelerini temin eden şey, rejimin sola dönük bir açılımı olmadı. Sol, olası Kürt çözümüne tutunduğu ölçüde bunun arkası gelmektedir.

Sözü geçen “radikalizm”, uzaktan tınılandığı gibi sosyalist devrimci -veya diyelim troçkist- bir toyluğu temsil etmiyordu. Kapitalizm içi demokratik beklentilerden kafayı asla kaldırmayanların kapitalizmin menüsüne oruç ilan etmeleri inandırıcı olabilir mi?

Bana sorarsanız bu tutum, AKP'nin dahil olmakla kalmayıp önderliğini üstleneceği bir demokratikleşme sürecine kendini yerleştirmek isteyen dejenere bir solculuğun, meşruiyeti radikalizm üslubuyla aramasını yansıtıyor. Veya Ufuk Uras'ın zamanı geçti!

Öte yandan solun, diğer uçta, Birinci Cumhuriyet'in kazanımları üstünde mevzilenmesi, mevziye yerleşenlerin yüzlerini nereye döndüklerinden ayrı olarak, gününü doldurmuş bulunuyor. 2007 seçimleri sonrasında, AKP-TSK anlaşması ve Ergenekon operasyonlarıyla devletin çözülmesi tamir edilmeye başlandı ve kazanımlarla tanımlanan toplumsal alan da hızla daraldı.

İşin tuhaf tarafı, kendisini ayrı bir platforma değil, büsbütün devlet içi odaklara ve cumhuriyetçilik problematiği içine yerleştirenlerin, bugün aynı mevzilerde ısrar etmelerinde. Solu orducu ve devlet içi bir tanıma çekmeye çalışanların, gözlerini diktikleri odakların buharlaşmasına aldırış etmemeleri, bunların taktik değil esastan bir değişim geçirdiklerini gösterir. Ulusalcı sol, kendi sağına doğru bir “politik” açılım yapmış değildir. Kendisi sağcılaşmış ve geçmişe çöken Birinci Cumhuriyet'in yıkıntıları arasında hapsolmuştur.

Bu kesime denk düşen kimi samimi kesimler açısından CHP güncel adres haline gelmişse, yani CHP kuşatmanın kırılabileceği kanal sayılabiliyorsa, bu, aynı zamanda samimiyet kriterinin yetersizliğini gözler önüne serer. Zira aynı dönemeçte CHP kendince direnmek veya bana kalırsa “ayak diremek” yerine, İkinci Cumhuriyet'e eklemlenmeyi seçmiştir!

2007-2008 kavşağından önce bağımsızlıkçılık, laiklik ve aydınlanmacılığın bizim ülkemizdeki sınırlı kazanımlarının korunmasını değil, bunların sosyalist devrime doğru bir sıçramaya zemin oluşturabileceğini kurgulayan ve TKP'den ibaret olmayan “bizler”e gelince...

Türkiye'de değişimin dönemeci aldığı son üç yılda “sıçrama zemini”nin içten içe çürümesinin telafisi için süre tamamlandı. Şimdi sosyalizm ne birinci ne ikinci cumhuriyet üstünden tanımlanamayacaksa, sosyalist devrimciliğin büyük bir ileri sıçrama yapmaktan başka çıkışı yok.

Burada iki kolaycı yolun çok yanıltıcı olduklarını ise bilmeliyiz.

Birincisi, geride kalan dönemde şöyle değil de böyle yapsaydık türünden önermelerin sıkıntısı şudur: Henüz bitmemiş bir maçın kaybedildiğini kabullenerek top oynanır mı? Henüz ölmemiş hastaya sırtını dönmek mümkün müdür? Geriye dönük keşke'ci yaklaşımların, nesnel sıkışmayı çözecek bir yaratıcılık göstermeleri zordu.

İkincisi, sorunun soyut ve genelgeçer bir sosyalizm veya mücadelecilik propagandası veya söylemi ile halledileceğini zannetmek, yeni bir toyluk olur. Sosyalizm mücadelesine pratikte daha fazla odaklanmanın yolu, öğreti ile toplumsal süreçler arasındaki dolayımların sıfırlanmasından geçmez. Öyle olsaydı, AKP'nin, sosyalist devrimin ayağına dolanan demokratikleşmemişlik sorunlarını çözmesini beklerdik!

İş kolay değil. Çünkü sosyalizm, işçi sınıfının nasıl edip de bir “hareket” oluşturacağına, yeni rejime entegre edilemeyen Alevilerin, gençliğin, kadınların nasıl bir toplumsal örgütlenme veya siyasal önderlikle buluşturulacağına ve hatta Kürt süreçlerine sosyalizmin hangi yollardan etkide bulunabileceğine yanıtlar üretebildiği ve bu yanıtları örgütleyebildiği ölçüde bir Üçüncü Cumhuriyet yürüyüşüne hak kazanacak.