İktidar perspektifi

Mısır'da birkaç gün bulunmuştum. O birkaç günün benim açımdan özeti, sayısız açıdan olağanüstü sayabileceğimiz bu ülkenin içine düşürüldüğü durumun mutlak çıkışsızlığı karşısında duyduğum acıdır. Yoksullukla, sefaletle, dinsel taassupla, yabancıya yaltaklanma ve herkesi kazıklama duygularıyla, cebir ve işkenceyle terbiye edilen bu halkın bir üyesinden, bir gün, “Mısırlı olmaktan onur duyuyorum” sözlerini duyacağımı düşünmezdim doğrusu!

Her köşede karşınıza çıkan, terbiye edilmiş sakil kalabalıktan baltacılar türedi. Gözün göremediği büyük insanlık ise kendisine boyun eğdirilmeyeceğini kanıtladı.

Ayağa kalkmak onurunu geri almaya yeter. Bunun ötesi için, en az ayağa kalkmak kadar insana ait bir erdem olan bilinçli politik eylem gerekiyor.

Hatırlayın 1 Şubat Salı Arapların söyleyişiyle Midan Tahrir'i dolduran büyük kalabalık, aslında “milyonların yürüyüşü” için gelmişti oraya. İktidarı devireceklerdi! Toplumsal alt üst oluşu, siyasal iktidarın fethine dönüştürmeye niyetli bir özne var olsaydı, yaparlardı da... Ayağa kalkmış olmakla yetinmez, bilinçli bir politik eylem gerçekleştirirlerdi.

Aynı gün meclis grubunda konuşan Erdoğan'ın Mısırlılara en etkili mesajlardan birini gönderdiğini kabul edebiliriz. Ancak etki, sanılanın tersi yönde sonuç verdi. Türkiye'nin de desteği eklendikten (!) sonra Mısır halkı işin tamamlandığını düşünmüş, zafer havası erken yayılmıştır. Elbette suç, bu ters etkinin sahibinde değil, iktidarı düşünmeyen özne(ler)de aranmalıdır.

Mübarek'in gece yarısı gelen “gitmiyorum” konuşması bile rehaveti dağıtamadı, boşluğu tahrik edemedi. Açıktır ki, haklarında iki yüz bin ile iki milyon arası sayılar telaffuz edilen onurlu göstericiler, konuşmanın ardından iktidar perspektifine sahip bir küçük azınlık tarafından Başkanlık Sarayına yönlendirilebilir ve muhtemelen sarayın önüne varmalarından önce arka avludan başkanı taşıyan bir helikopter uçar giderdi.

Lakin yoktu öyle bir özne ve mücadele o saat kaybedildi. Lenin haklıydı!

2 Şubattaki faşist saldırılar işin aksesuarıdır ve inisiyatif Mübarek'e geçmiştir. Amerikancı faşist Mübarek, çeteler marifetiyle süreci baş aşağı çevirebileceğini düşünmüş olabilir. Ancak “baltacılar”ın imzasını taşıyan cinayetlerin bile asıl sorumlusu, halkın acısını bir an evvel dindirmeyi ve bunu sağlayacak olan “iktidar”ı düşünmek yerine, kirli uzlaşmaları ve gerici dengeleri tartanlardır.

Burada, en büyük siyasal parti sayılan ve kimi afaki tahminlere göre yüzde yirmi beş civarında oyu olduğu söylenen -bu nedenle de ilk akla getirilmesi gereken- Müslüman Kardeşler'in iktidar perspektifsizliğine odaklanılmalıdır. Devrim momentini -geçen Salı günü öğleden sonra saatlerinde büyük kalabalık toplandığında ve gece yarısı başkanın konuşmasından sonra olmak üzere tam iki kez- göz göre göre tepen bu parti ne düşünmüş olabilir?

Herhalde Mübarek'in ilk seçimlerde dibe vuracağını ve iktidarın ellerine veya pek yakınlarına düşeceğini... Kendi paylarına haklıdırlar ve aslında zaten çok zamandır Mısır'ın derin bir acının tepeden aşağıya örgütlenmesinde, toplumun dokularına yayılmasında birinci dereceden pay sahibiydiler. Neden devrimcilik yapacaklardı ki!

İktidar perspektifini içermeyen bu yaklaşım halk çocuklarının katledilmesini önemsememektir. Bu yaklaşım değişimin bir an önce gerçekleşmesini önemsememektir. Besbelli ki bu yaklaşım düzenin egemenlik mekanizmalarının daha fazla yıpranmamasını önemsemek demektir. Açık ki bu yaklaşım devrimci coşkunun sönmesini dilemektedir. Çarşamba günü alanda ilk çatışmalar patlak verdiğinde, muhtemelen adı geçen parti yandaşlarından oluşan bir kalabalığın namaza durması, imanın gücünü değil, iktidardan kaçışı, iktidarın halktan kaçırılışını temsil ediyordu!

Mısır, burada hepsi aynı anlama gelmek üzere, devrimci, halkçı, iktidar perspektifi sahibi bir özneden yoksun olduğu için kanıyor. “Sosyal medya devrimciliği”, “sosyalizmsiz kurtuluş” senaryoları, “devrim olsun ama fazla sarsmasın” dilekleri bu kanamayı dindirmiyor. Halk ve devrim geri dönerken, beraberlerinde iktidar perspektifini çağırıyorlar.