İkinci Cumhuriyet durdurulabilirmiş

Aydemir Güler'in "İkinci cumhuriyet durdurulabilirmiş" başlıklı köşe yazısı 30 Kasım 2012 Cuma tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Seçimlerin üstünden bir buçuk yıl geçti. Adaylıklar sırasında YSK’nın neler yaptığını unutmadınız, değil mi?

12 Eylül darbecileri kendilerine MGK demiş ve 1983 seçimlerinde başvuruları onaylama yetkisini üstlenmişlerdi. 1683 adaydan 672’sinin ismini çizdiler. Yani yüzde 40’ını!

2011’e geldiğimizde AKP/YSK yasaklarında bu oranın görece pek düşük olmasını mı tartışacağız, yoksa ilkeleri mi? Yasağın siyasal açıdan gayrimeşru olması için adayların kaçta kaçını kapsaması gerekirdi?

Elbette kimse böyle bir tartışma yapmadı. Ama herkes bir ilginçti!

Bir vekili engellenen MHP işin üstüne gitse, “elin Kürdünü, solcusunu” savunma durumuna “düşebilirdi”.

BDP’nin seçim kampanyası sırasındaki mücadeleciliğine denecek bir şey yok. Bir dizi kentte seçim çalışmalarını militanlaştıran, politikleştiren bağımsız aday kampanyasına benzer bir tutumu seçimin sonrasında göstermedi. Çoğumuz, “bir bildikleri var” demişizdir. Ne böyle demek yanlış, ne de bir siyasi hareketin bir bildiğinin olduğundan kuşku duyulabilir. Ama sonuçta halkın seçtiği kimi vekiller meclise giremedi.
Ve CHP... BDP’ye göre daha az tırpanlanmış olsa da, ana muhalefet partisi olması, engellenen vekillerinden birinin gazeteci, diğerinin rektör olması gibi nedenlerle en çok tartışılan partiydi CHP. Yemin edip etmeme ikileminde Mersin Milletvekili İsa Gök yalnız kalacaktı. İçeriği açıklanmayan, yazılı olmadığı, yani “hallederiz”e indirgenebileceği söylenen bir anlaşma yapılmıştı AKP ile. Yeminden sonra Erdoğan, “Ne oldu, tıpış tıpış geldiler” diyecekti! CHP politikası AKP tarafından kazıklanabilen bir türdendi, anlayacağınız.

Böylece hapisteki vekillerin özgürleşme olasılığı, bir pazarlık kozu olarak AKP’nin çekmecesine girdi.

Geriye baktığımızda görünen bu.

İktidar tarafına bakarsanız AKP 3. parlamento zaferini kazanmıştı. Cumhuriyetin geriye kalan kurumlarının üstünde tepinmek, bu tasfiyeyi İkinci Cumhuriyet Anayasası’yla taçlandırmak mümkündü. Anayasası olsa da olmasa da, 2011 seçimleri Birinci Cumhuriyetin tarihe gömülmesiyle aynı anlama geliyordu.

Kimse bazı üyelerin engellenmesinin gayrimeşruluğu ile AKP’nin rejim yıkmasının gayrımeşruluğunu yan yana getirmedi! Biri pazarlık konusuydu. Diğeri, en azından olmuş bitmişti kimilerine göre iyi de olmuştu!

Muhtemelen, Kılıçdaroğlu dışında kimse AKP ile Anayasa yazılabileceğine inanmamıştır! Ama herkes kurulacak sofrada yer kapma telaşındaydı. CHP’liler yemin meselesini tartışırken, çoğunun aklı kampanyaya yatırdığı paralarda kalmış olmalı...

Belki para için, belki demokratik ve sivil bir yeni rejim kurma naifliğinden veya başka gerekçelerle TBMM’ye verilen değer fos çıktı.
Bana sorarsanız, baştan belliydi derim. Ama herkesin görebileceği netlik yaz sonunda Meclis açılana kadar çoktan oluşmuştu.

Bir buçuk yıl geçti. Şimdi konu Kılıçdaroğlu’nun çarpıttığı gibi dokunulmazlık zırhı değil. Konu, Erdoğan’ın meclis sandalyesini de bir politika aleti olarak kullanması. O sandalyeye o kadar değer vermenin, birkaç kişinin altından çekildiğinde bir nedenle ses etmemenin faturası çıkacaktı er geç. Bu yılanın geriye kalanları sokmaması mümkün değildi.

Geçmişe dönük tartışalım demiyorum. Ama yine de sormaktan alamıyorum kendimi: İkinci Cumhuriyeti AKP mi kurdu gerçekten? Yoksa Birinci Cumhuriyetin çocukları bu yıkımı çoktan hak etmişler miydi?