İdlib; ne sorunu?

CHP İdlib’in bir ulusal güvenlik sorunu olduğunu düşündüğünü açıklamış ve hatta “terörist olmayan grupların güvenliğinin sağlanmasını” istemiş bulunuyor. Erdoğan’ın ateşkesi pek bir radikalize edilerek silah bırakmaya dönüştürülüyor. Artık yerin yedi kat dibinde kalan 1998 Adana Mutabakatının ruhunu çağırıyor CHP. Tabii ABD ile birlikte! Astana, Soçi ve Tahran’ın ABD ile paylaşılması ve “görüşmelerin daha geniş bir çerçeveye oturtulması” talebini başka nasıl yorumlayabiliriz?

Yetmiyor; AB de işbirliğine dahil ediliyor. Son maddede iyice çığırından çıkıyor iş: Türkiye askerinin zarar görmemesi için “Suriye yönetimini tahrik edebilecek gruplar üzerinde Türkiye’nin güçlü bir şekilde denetim sağlaması…” Bildiğiniz CHP…

Tahran zirvesinden sonra İbrahim Kalın, İdlib bölgesinde Türk askeri varlığı sürdükçe Rusya ve Suriye’nin operasyonu göze alamayacağını söyledi. Kalın kendisi uydurmadıysa, bu ifade bölgede gözlemci konumundaki TSK birimlerinin Şam’ın İdlib’e yönelmesi durumunda cihatçılara “canlı kalkan” servisi vereceği anlamına gelir. CHP işte bu saçmalığı veri alıp makul bir zemin arıyor.

AKP’nin halinden daha beteri olamayacağı için muhalefet sağduyuyu temsil ediyor zannedilmesin. HDP tek bir açıklamada sivillerin can güvenliği gerekçesiyle gerginliğin azaltılmasını istedi, hem çözümün yerel tarafların yabancı basınç olmaksızın katılımıyla yaratılabileceğini söyledi, hem de başta BM olmak üzere herkesi katkı koymaya çağırdı. Bağımsız bir güç oluşturulması önermesi bunların yanına konulunca, buradan asgari anlaşılacak şey bir uluslararası askeri denetim oluşturulması oluyor…

AKP’nin hali harap. Muhalefetinki daha parlak değil. Hepsini birden ele almakta yarar var.

Birincisi, hiç gerek yoktu ama CHP yüzünden değinmeliyiz: 1998 PKK’nın Suriye’den tasfiyesini esas alıyordu. Mutabakatın arkasında o dönem Türkiye’nin işgal dahil savurduğu tehditler kadar, sonrasında gelişen olaylara bakınca ABD ağırlığı apaçık görülür. Oysa uzunca zamandır ABD Kürt siyasi hareketlerini müttefik olarak değerlendirmektedir ve 2018’de yirmi yıl önceyi hatırlatacak herhangi bir veri yoktur. Eğer CHP, kendi DSP’li “geniş” tarihinde komşu ülkeyi tehdit açısından AKP’nin gerisinde kalmadığını anlatmak istiyorsa, o başka!

İki; İdlib’in Türkiye açısından güvenlik sorunu olduğu kabulünün kabuğu soyulmalıdır. Güvenlik sözcüğünün ilk çağrıştırdığı Türkiye sınırına kaçması olası nüfusla ilgili. Suriye nüfusu şu an 18 milyonun üstündedir ve AKP’nin 3-4 milyon yeni sığınmacı sayısı bayağı bir uydurmadır. İdlib nüfusu 1,5 milyon civarında. Savaşın, Suriye ordusunun cihatçıları temizlediği son evresinde büyük nüfus hareketleri olmadı. Göç Suriye’nin Türkiye başta olmak üzere dışardan saldırıya uğradığı dönemin olgusudur. Abartıya karşın belli bir hareketlenme olasılığı elbette yadsınamaz. Ancak İdlib çetelerden temizlendiği durumda nüfus hareketinin tersine dönmesi beklenmelidir.

Bu arada Türkiye yeni bir sığınmacı akınından samimi olarak endişe duyuyorsa ilk önce Şam’ın işgalci saydığı birliklerini çekmeli, ÖSO çeteleriyle ilişkisini kesmeli ve kendi sınır güvenliğini birinci sıraya almalıdır. Sınıra sivil yığılma olduğunda insani yardım sunmak başka bir bahistir. Ancak bu noktada da Türkiye’nin ülke içindeki milyonlara mülteci haklarını vermediği ve sığınmacıların en yoksul kesimlerini şovenist saldırılara yem ettiği söylenmek durumundadır.

İkinin ikisi; sınır ötesindeki askerlerin can güvenliğinden kaygı duyuluyorsa, askerin geri çekilmesi en düzgün önlem olacaktır. Yukarıda değindiğim gibi AKP’nin yaklaşımı ise Rus-Suriye operasyonuna karşı Türk askerini “pasif canlı kalkan” olarak kullanmayı ima etmektedir. Yani bu güvenlik sorununun kaynağı açık edilmiştir.

İkinin sonuncusu ise akla en yakın olan: AKP iktidarı İdlib’de cihat çetelerinin hamisi rolünü çaktırmadan oynamakta ısrar ediyor. Burada sivillerin korunması demagojiden ibarettir.

Dolayısıyla üçüncü olarak, AKP politikası eleştirilecek ve alternatif seçenekler geliştirilecekse bu demagojiye prim verilemez. Üstelik Suriye’de sivil halkın -zamanında Şam’a karşı savaşa destek vermiş olanların büyük kısmı da dahil olmak üzere- savaş yorgunu olduğu ve başka şeylerin yanı sıra istikrar ve barışı temsil eden merkezi iktidarın üstün gelmesinden memnuniyet duyacağı politik olarak çok açıktır. Sivillerin korunması önemlidir ve en kritik koruma önlemi cihatçıların tasfiyesi olacaktır.

Dört; İdlib Suriye toprağıdır. Başka bir dizi yorumcunun da işaret ettiği gibi Esat’ın burayı “ele geçirmek” istediği yolundaki AKP “suçlaması” komiktir ve aptallar için söylenmektedir. Diplomatik değeri sıfır olan bu argüman başta ABD olmak üzere Batı emperyalizmine verilen bir mesajdır aslında. AKP Suriye’de Batılı emperyalistlere yaslanma olasılığına açıktır.

Beş; dolayısıyla politik seçenek ve tutarlı eleştiri arayan bir muhalefet olacaksa, ABD’nin Kürt bölgesindeki konumunu genişletme girişimlerinden uzak durulması gerekir. Suriye Suriyelilerindir ve Şam yönetiminin kontrol sağlaması meşrudur. İdlib’i elinde tutanlara söylenecek tek şey teslim olmalarıdır.

Altı; Ankara dışında bütün taraflar İdlib sonrasını masaya getirmeye başladı. AKP istisnasına en son geleceğim; bu noktada konu Türkiye’nin iddialarına konu olan “terörist olmayan İslamcılar” değil, Kürt bölgesidir. Rusya şu ana kadar Ankara’ya “bulursan dükkân senin” dedi ve AKP de bir diğer çeteci birikimi temsil eden, maaşını ödediği ÖSO dışında bir şey bulamadı. Bunlar ise önümüzdeki süreçte parayı verene yönelir.

Kürt faktörüne gelirsek, CHP’nin bu konuda AKP’yle milliyetçilik yarıştırmakla kazanacağı bir şey bulunmuyor. O alan kapalı. HDP ise AKP’yle bir süre daha Amerikancılık yarıştırabilir. Ama söz konusu sıcak sahada politika büsbütün ilkesizleştiği için yarışın kaderini kimse kestiremez.

Yedi; Şam’ın PYD ile müzakereye girmesi İdlib’den sonra gündeme gelecek. Bunun çok pürüzlü bir süreç olacağı belli. ABD himayesi ve Türkiye tehdidi bertaraf edilmeden herhangi bir odağın “yerel taraf” olarak tanımlanabilir hale gelmesi mümkün değildir.

Sekiz; Suriye’de barışın sağlanması için cihat çetelerinin tasfiyesinden sonra bütün yabancı askeri güçlerin gitmesi gerekir. Çatışmaların, özellikle Rusya devreye gireli beri bir vekalet savaşı anlamı da kazandığını biliyoruz. Bu damarın, yarın öbür gün ülkenin Avrupa, Rusya ve bölge ülkeleri tarafından yeniden imarına sıra geldiğinde yeni bir dinamizm kazanması muhtemeldir. Çare yabancı güçler anlamında askersizleşmeden başlar. Hiç kuşkusuz bu çerçevede, Şam’ın çağrısı ile sahaya inen Rusya’nın da saf bir barış gücü olduğu yalandır.

Dokuzuncu olarak ise yabancı askersizleşmeyle başlayan bir süreç orada tamamlanamaz. Ortadoğu bir uçtan diğerine jeopolitik bir bütündür ve barış mücadelesinin Suriye’yi koruma altına alması zorunludur. Bölgede bugün çok cılız olan anti-emperyalist bir barış çizgisi güçlenmeksizin İslamcı gericiliğin, İsrail militarizminin ve her tür emperyalist müdahalenin durdurulması imkânsız olacaktır.

Son olarak AKP istisnasına döneceğim. Ateşkes demagojisi Putin tarafından iki cümlede elinden alınan Erdoğan’ın cebinde Batı Avrupa’ya mülteci akışını serbest bırakmak gibi bir koz olsa da, buradan yol alınamaz. Göç emperyalizm tarafından yönlendirildiği ve filtre edildiği ölçüde yaşanıyor. Milyonları ortalığa salmak mümkündür ama bedelini oyunu bozan öder.

Bu durumda AKP’nin biricik politikası zaman kazanmaktır. İdlib kurtarıldığında Şam’ın “işgalci Türkiye” argümanına asılacağı bellidir ve karşı ağırlığını Ankara lehine kullanmak için ABD’nin isteyeceği bedeller arasında Erdoğan’ın koltuğu da vardır. Dahası; TSK-ÖSO Suriye’de alan tutsun tutmasın, cihatçıların bugüne kadar nasıl somut olarak himaye edildiği sorusunun yeniden masaya gelmesi de engellenemez. Bu sayfada büyük harflerle AKP’nin Savaş Suçları yazıyor!

İdlib hakikaten bir düğüm noktası. Türkiye’den bakıldığında AKP için bu bir varlık yokluk sorununa benziyor. Yarının ne olacağını bilemeden zaman kazanmak… Türkiye’de AKP düzeninin dış politikası budur.