Hangi meşruiyet?

Dün gece itibariyle YSK'nın siyasi müdahalesinin bir biçimde sulha bağlanacağı izlenimi oluşmuştu. 12 Haziran seçimlerinin bir bütün olarak meşruiyeti hakkında yapılan sorgulamanın böylece unutturulmasına izin verilmemelidir.

Yani 12 Haziran'ın meşruiyeti üzerine indirilen gölge kaldırılmamalıdır. Kendine rejimi ve AKP'yi eleştirme işlevi yükleyenler veto gündeminin unutturulmasına izin vermemek durumundadırlar. Böyle bir işlevi kim kendine yüklüyorsa, sözüm ona...

Ne kast ediyorum, meşruiyet derken?

YGS başlığında birkaç imam görevden çekilse, sınav geçersiz sayılsa, sistem şanlı şöhretli günlerine geri dönebilir mi? Sınav sistemi, aynı zamanda dershane, aynı zamanda özelleştirme, aynı zamanda eğitimin metalaştırılması, aynı zamanda genç beyinlerin ve yaşamların karartılması sistemi olduğundan, birilerinin eski zamanları arzuyla hatırlayacağı ve bu uğurda savaşacağı kesindir.

Eleştiricilerin ise meşruiyete düşen kalın gölgeyi yeni bir eğitim ve gençlik tahayyülüne uzanan basamak olarak düşünmeleri gerekir.

Seçim örneğinde bu nasıl olacak?

Seçimler de benzeri bir bütünlüğün parçası. Seçimin halkın özgür iradesinin tepe noktası olarak lanse edilmesi, sınav örneğinde olduğu gibi, bu mekanizmadan çıkarı olanların işidir.

Türkiye'de seçim barajlıdır, dolayısıyla temsil amaçlı değildir. Türkiye'de seçim devletin bütün olanaklarının bazı partilerin emrine sunulduğu bir araç olarak mevcut egemenlik mekanizmasının bir parçasıdır. Türkiye'de seçim kamunun parasal kaynaklarının da birkaç parti arasında bölüştürülmesinin meşrulaştırılması demektir.

Erdoğan'a sorsanız kendini bu koşulların mağduru ilan eder. Ama işin aslı, AKP'nin, dokuz yıllık iktidarında başka konularda olduğu gibi, seçim sistematiğini de kendi kullanımına aldığı, veya aynı anlama gelmek üzere kendisini mevcut egemenlik mekanizmalarının içine başarıyla yerleştirdiğidir. Örnek olsun, AKP kontrgerillanın mağduru değil, yeni bir kontrgerillanın kurucusu veya kontrgerilla denen aygıtın yenileyicisidir. AKP emperyalizmle ilişkileri kökten değiştirmemiş, eskiyen Soğuk Savaş modelini yeni koşullara uyarlamış ve bu anlamda emperyalizme bağımlılığa yepyeni bir soluk getirmiştir. AKP, YSK'yı da AKP'lileştirmiş ve basit bir alet olarak kullanır hale gelmiştir.

Eğer iki günlük tartışma sulha bağlanırsa ve tartışmacılar YSK'ya kalayı basıp seçimlerin bütünsel meşruiyetini iade ederek yola devam ederlerse bu çok ağır bir yanılgı olacaktır.

Yanılgının bir boyutu BDP'ye gösterilen sopanın, kimsenin sahip çıkmadığı arkaik bir kurumun elinde olduğu yanılsamasıdır. Vetonun arkasında, “Kürt sorunu çözülmüştür” diyen AKP'nin olduğu örtülecek, üstelik yeni bir AKP iktidarının bu tür anti-demokratik kalıntıları da temizleyeceği beklentisi güçlenecektir. Oysa sorun YSK değil AKP'dir, AKP'nin kurduğu yeni islamcı-faşist rejimdir.

Bu satırlar böyle bir yanılgıya teşne olanlar ortalığı kapladığı için yazılmaktadır!

Kılıçdaroğlu ve partisi bir önceki güne kadar halk iradesinden söz etmiyor muydu? Sadece YSK mı halk iradesinin tecelli olmasını engelliyor? Kemal beyin aklına “türban sorununu ben çözerim” demek gelmişti ama barajıyla, parasıyla, sansürüyle, vetosuyla seçimleri çözmek gelmemiştir.

Spesifik olarak Nisan 2011 vetolarına karşı seçimden çekilmeyi yani boykotu bile düşünenler ve diğer düzen eleştirmeni güçler bilmelidir ve itiraf etmelidirler ki, bu ucube seçim sistemi ülkenin kaderi değildi ve akıllıca bir siyasi mücadele ile bunu dağıtmak pekala mümkün olurdu.

Şimdi bir çırpıda her şeyi değiştirmenin mümkün olmayacağı ise kesindir. Lakin Kılıçdaroğlu'nun “çözüm isteniyorsa çözüm bulunur” sözü genel olarak doğrudur. Türkiye'de seçim adaletsizliğinden şikayet edenler başlayan takvimin tamamlanmasına kadar bütün sorunu çözemeyebilirler, ama seçimlerin bir kez daha böyle yapılamayacağı bir ülke taahhüdüne, karşı konulmaz bir meşruiyet kazandırabilirler.

Ancak bunun için aymak gerekir!

Bunun için, genelgeçerli yanlarıyla seçimi tartışmanın ötesinde, “bu” seçimin ülkenin başkalaştırılmasında yüklendiği güncel rolü algılamak gerekir. Kılıçdaroğlu veya Tekin her “halkın takdiri” dediğinde, “boyun eğiyoruz” demiş olmaktadırlar.

“Bu parlamento döneminin Türkiye'nin yeniden kuruluş dönemi olacağına ilişkin net bir ortak irade ortaya çıktı” sözleri, önceki gün yasaklanmak istenenlerden Ertuğrul Kürkçü'ye aittir. 13 Haziran sabahına bir tür kurucu meclis üyesi olarak uyanacağını hayal eden birinin, 12 Haziran seçimlerinin bütünsel meşruiyetini sorgulaması nasıl mümkün olsun? Yeni parlamento dönemine övgü yağdırmanın en çok AKP'ye yaraştığı açık değil mi?

Belli ki kimileri için açık değil!

2011 seçimleri için önümüzdeki birinci olasılık şudur: İktidar AKP'ye, muhalefet AKP'lileşmiş sağcı ve solcu muhalefetlere.
İkinci olasılık: boyun eğmeyeceğini ilan eden büyük bir kitlenin değiştiremediği meclis aritmetiğini önemsizleştirmesi, geniş emekçi kitlelerin faşist yükselişin karşısında mücadeleye katılacakları bir dönemin açılması.

Gericiliğin, anti-demokratik hüküm ve uygulamaların, şovenizmin, milliyetçiliğin, baskıların meşruiyetini tartışmak ve bu meşruiyeti zayıflatmak mı istiyoruz?

Peki, bunu AKP'lileşmiş bir muhalefetle mi yapabiliriz, yoksa boyun eğmeyerek mi?