Gezi, sokak, ideoloji

Neredeyse bir yıl olacak... Tartışmaya devam etmek durumundayız Gezi’yi.

Tartışma ve irdeleme, bir laboratuvar nesnesi üstünde saf bilimsel aletlerle yapılmaz. Bir kere “nesnemiz” değişmeyi sürdürmektedir. Bu sadece bir “nesne” değil, kendi kendisini, kendi tarihini algılayan, öğrenen, tartışan bir organizmadır. Öyle ki, bugünlerde çapulcuların sahip olduğu bilinç, eylem kapasitesi, ideolojik özellikler, siyasetle kurdukları ilişki, bize bundan bir yıl öncesi hakkında da yeni bilgiler verir.

Bu arada, bir laboratuvarda değil toplumun içinde yaşadığımız da unutulmasın. Laboratuvar sittin sene aynı temel özelliklerini koruyabilir. Ama toplum değişmektedir.

Tartışmacılar da değişiyor...

Toplum ve biz değişiyoruz, çünkü 2013 yılı gerçekten çok önemliydi.

Özetle daha çok tartışırız.

1 Mayıs uğrağından sonra, bir konuda açıklık sağlanmalı ve bundan moral bozukluğu falan çıkartılmamalıdır. Halk direnişi -uzun süredir Berkin’in bize armağan ettiği dev yürüyüş dışında- sokakta geri çekilmiş bulunuyor. Hepimizin dileği ve beklentisi olan geri dönüş seçeneği 1 Mayıs’ta gerçekleşmedi. Hadi İstanbul, kendisini daha dün 12 Eylül darbesi yapmış kadar muktedir zanneden densizler tarafından kapatıldı... Ya Ankara? Ya Hatay?

Mesele polisiye değil. Olsa olsa şu kadarı doğrudur: Haziran 1 Mayıs’la kitlesel ölçekte buluşabilseydi, Berkin’in armağanının yanına bir de işçi sınıfı tarihinden çıkıp gelen armağan eklenmiş olurdu.

Hatta İstanbul’un sokaklarını halka terk etmek zorunda kalan bir diktatör yeniden uçurumun kenarında bulabilirdi kendini. İş o noktaya gelirse de, Haziran’ın eylem ayağı tazelenir, sokak geri gelebilirdi.

Bu bir olasılıktır. Yeniden bu ayın sonunda önümüze çıkacak bir olasılık.

Bu yolun yeniden açılması için sol elinden geleni yapmalı. Ama biliyoruz ki, Haziran solun sesinin politik ve örgütsel olarak ulaşabildiği çapın çok ötesindeydi. Sol yapıların, kitle hareketini var etmek için “karar almaları” mümkün değildir. Sol, şu an zaten akmakta olan bir suya yön vermeye çalışır, o kadar.

Solun elinden gelebilecek olan “o kadardır”. Ama halk hareketi, Haziran Direnişi, Gezi eylemleri... adına ne derseniz deyin, o bu kadar değildir.

2013 patlaması Türkiye’nin ideolojik koordinatlarında bir oynamayı beraberinde getirdi.

Özgürlükçülük, daha ziyade, bel kemiği olmayan, liberalizmden hayli etkilenmiş başka bir şeydi.

Liberterlik demenin daha uygun düşeceği bu ideolojik damar, Türkiye toplumunda pek de yer etmiş bir şey değildi. Ayaklarından biri “Türk Aydınlanması”nın tarihsel kısıtları yüzünden havadaydı.

Diğer ayağını Kürt hareketi yere bastırmaya çalışıyor... Ama Kürt hareketi kendince özgürlükçülük vaaz ederken, bu kendi karşıtını da yaratıyordu...

Liberterlik Batı dünyasının sosyalizmi karalamasının aracı olarak işlev görmüştü üstelik. Polonyalı Papa’ydı, Çek karşı-devrimine vitrin olan Havel’di liberterlik...
Şimdi iş değişti. Türkiye toplumuna özgürlükçülük çakılıdır artık.

Bu damar görülmemiş ölçülerde öne çıktı. Öne çıkarken laiklikle örtüştü. Laikliğin tepeden inme bir şey olduğu yolundaki liberal rivayetler Haziran sayesinde çöptür artık. Özgürlükçülük ve laiklik, yurtseverlikle yan yana gelmiş, iç içe geçmiştir. Bunun yanına çok güçlü bir adalet anlayışını, insanı kirlerinden arındıran bir dayanışmacılığı rahatlıkla ekleyebiliriz...

AKP sokakları bu aralar çapulculara kapatmayı beceriyor olabilir. Buna karşılık, Türkiye’de kim gelse, artık kapitalizmi özgürlükçü, laik, adil falan diye yutturamayacaktır. Bu düzen ile halkın arasındaki fay kapatılamaz.

Sokağı bir süreliğine aşabilirler, ama bunu aşamazlar.

Umut buradadır...