Geri dönüş mü?

1973’te Şili’de Pinochet darbesi neoliberalizmin ilk hamlesi sayıldı. “Bizim çocuklar yapmıştı” ve Friedman’ın öğrencileri kamunun elinde ne var ne yok satmaya, emekçilerin haklarının da, bedenlerinin de üstünde tepinmeye koyuldular. 

Yıllar sonra Bolivya’yı anlatan bir filmin adı “Yağmuru Bile” olacaktı. Evet; her şeyi sattılar! Marx’ın metalaşma dediği süreç, 20. yüzyılda uğradığı tıkanıklığı aşmış, barajlar yıkılmıştı. Metalaşma taşkınının altında, geçenlerde yıldönümü kutlanan duvar da kalacaktı. Yani sosyalizmin ülkeleri de aynı çocukların eline düştü. Allende’nin katledilmesiyle Sovyetler Birliği’nin çökertilmesi arasında yirmi yıl bile yoktur. İkisi aynı süreçtir.

Tarih tekerrür falan değil. Bir doğrultusu var elbette; ama mücadelelerle belirleniyor. Mücadele edildi: Güney Amerika’da kanlı metalar yeri göğü sarmaya başlamıştı, ama mesela biz, Türkiye’de devrimi aramaya devam ettik. Yalnızca biz mi? İspanya’yı, Portekiz’i, Yunanistan’ı zaptetmek için Avrupalı emperyalistler ne de çok uğraştılar. Küçücük Kıbrıs’ı unutmayın; Filistin’i soldan uzaklaştırmak için çevrilen dolapları unutmayın… Aradığımızı bulsaydık, tarihin değişmemesi imkânsızdı. Yayılmaması da imkânsız olurdu. Çünkü o sıralar bizimkiler Afganistan’da da devrimi arıyorlardı, Angola’da da… 

Neoliberalizm zafer kazandı ve işçi sınıfı hareketinin güçlenmesiyle önce tıkanan, sonra Rus Devrimi ve izleyen örneklerle birlikte kırılmaya başlayan sömürü dişlileri tamir oldu. Dizginler boşaldı, acımasız sömürü geri döndü. 

Tarihin tekrar etmesi diye bir yasa yok. Ama işçi sınıfı müdahale edip de sömürü sistemini yıkmazsa, kapitalizm devreler halinde tekrar tekrar krize giriyor. Bir nevi tekerrür! Neoliberalizmin zaferi, kabaca 1990’ların başını alsak, yirmi yıl bile altın çağ yaşamadı. 2008 duvara çarptığı yıldır. Krizin tekrarı kapitalizmin kaderidir.

1970’lerin başında başka bir model, başka bir sermaye birikim rejimi duvara dayanmıştı. Şili’de sadece halkçı koalisyona değil, kapitalizmin tıkanıklığına da müdahale etti faşist generaller. Kamuculuğu, bağımsızlıkçılığı, emeğin erdemlerini, eşitlikçiliği yenerek piyasacı bir yeni modeli inşa ettiler. 

Peki piyasacı model 2008’de duvara çarptığında yerine ne gelmesi beklenirdi? Piyasacılığın “alternatifi” bir şey “mantıken.”

Tarihin öyle bir mantığı da yok. Tarihi sınıf mücadeleleri “yapar.” Piyasacılığın iflası kendini tekrarlamaktan başka yol bilmeyen kapitalizmin sonucuydu. İşçi sınıfının sermaye sınıfı karşısındaki mücadelesinin zaferi başka bir şeydir. O ısrarla, özenle aranması gereken devrimdir.

Özetle kamuculuk iki dünya savaşını izleyen sosyalist atılımların dünyaya dayattığı bir armağandı. Kapitalizm, içine sızan kamuculuğu silah zoruyla söküp atıp yerini metalarla doldurdu. Piyasacılık çökerken kamuculuğu yeniden dayatacak bir işçi sınıfı sosyalizmi yoktu ortada. Piyasacılık öldü, piyasacılık yaşadı! 

Bugün insanlık ölülerin elinde esirdir. Tarihin ilerlemesinin sermayenin kıskacında durdurulmaya çalışıldığı bir delilik çağındayız. Sermaye bütün dünyaya piyasanın alternatifinin piyasa olduğunu anlatıyor. 

2019 Bolivya darbesiyle ne yapacak olabilirler? Yağmuru bile çoktan sattıkları sistemin krizine karşı yağmurun bulutunu mu satacaklar? Ama uzayı zaten çoktandır pazarlıyorlar… 1973 faşizmi kapitalizmi yeni bir döneme taşımıştı. 2019 faşizmi durduğu yerde zıplamaktan başka bir şey öneremez. Dünya zaten 1973 sonrasında. Darbe yapıp 1973’e döndürmek ne demek? Geriye, darbeler dönemine mi dönüyoruz? Darbeler döneminden çıkmadık ki, geri dönelim! Alın işte; Türkiye AKP altında 12 Eylül’ü soluyor zaten. Bundan ala 12 Eylül olmaz ki!

Yaşadığımız geri dönüş değil, saçmalığın çöküşüdür. Saçmalık kapitalizmin ta kendisidir.

Ancak bu tablo bize, dünya işçi sınıfına, halklara, komünistlere bir davettir aynı zamanda. 1970’lerde, 1980’lerde arayıp da yolunu bulamadığımız, sonra yollarında kırıldığımız devrimi bu kez bulmak için çağrılmış bulunuyoruz. Bolivya’da gördüğümüz, hamaset olsun diye söylemiyorum, hakikaten, emperyalistlerin, sömürücülerin, insanlıktan çıkmış faşistlerin zaferi değil, bir daha ıskalamayacağımız, daha fazla gecikmeyeceğimiz bir devrim davetiyesidir…