Fırsat AYDEMİR GÜLER

Her kriz sermayenin yeniden organize yapılanmasını kapsar. Sermaye sınıfının bileşiminde kaymalar olur. Büyük tasfiyeler, yer değiştirmeler, yıkımlar, tekelleşmenin sürmesi, sıçraması...

Düzen güçlerinin "krizi yönetmek" dedikleri şey, önüne geçilemez bir dalga olan büyük krizin sonuçlarının, birinci olarak hükümet tarafından emekçi halka yüklenip hafifletilmesini, ikincisi de, hükümetin, sermaye sınıfının iç hesaplaşmalarında ekstra siyasal krizlerin tetiğinden uzak durmasını kapsamaktadır. AKP için ilki sınıfsal bir görevdir. İkincisini yapmayacağı yolunda ise söz bile vermemektedir!

Önce somut olarak sınıf görevleri: Krizi fırsat olarak değerlendirmek şeklindeki beylik laf özü itibariyle büyük edepsizlik. Sermaye sınıfı borçlarını devlete satmayı, vergileri düşürmeyi, sömürü oranlarını yükseltmeyi kastediyor. İflas eden şirketlerin devletleştirilmesi, zararın topluma mal edilerek sermaye sınıfının bütününün rahatlatılması anlamına gelir. Bir kenarda da bu tür önlemler durmaktadır.

Ek olarak AKP'nin siyasal-ideolojik konumunun kriz ihraç mekanizmalarına tabi olacak ölçüde dünyana entegre olmamış kimi servet yığınlarını, dinin yüzü suyu hürmetine Türkiye'ye çekmeye yarayabileceği düşünülüyor ve fırsattan bu da kast ediliyor olabilir. Ancak denir ya paranın dini yoktur ve dünya ekonomik krizinden en çok etkilenmeye aday ülkeler grubundaki Türkiye'nin çekeceği dış kaynakların sınırlı kalacağı açıktır.

Krizi yönetmenin kapsamına, merhemi olsa kendine sürer deyişine denk düşen uluslararası sermaye ve kredi kuruluşlarının sözüne uymak da girer...

Türkiye'nin geleneksel büyük burjuvazisinin yönetmekten ve fırsatlardan kastettiği aşağı yukarı bunlardır.

Peki, AKP bu programa ne ölçüde denk düşmektedir?

Hükümet partisinin, egemen güçlerin bütünü göz önüne alındığında, dışa dönük olarak öncü ve içe dönük olarak hakem rolünü oynaması beklenir. Oysa bugün Türkiye'de bu fonksiyonlarda ciddi bir kayma vardır.

Bir kere hükümet partisi Türkiye'de emperyalist-piyasacı-gerici bir tasfiyeyi temsil etmektedir. Bu doğrultuda verili egemenlik mekanizmalarının içinde altüst oluşlara, kıyımlara öncülük etmektedir hükümet. Bu müdahalelerin açığa çıkardığı kriz dinamikleri, geleceğini aynı tasfiyeye bağlamış da olsa, dengeciliği hep ağır basan egemen sermayeyi sık sık tedirgin etmekte, hatta bu tedirginliğin kendisi ülkenin geleneksel büyük burjuvazisiyle hükümet arasında siyasal krizler biçimini almaktadır. AKP-Doğan medya ve AKP-TÜSİAD arası kardeş kavgaları bu söylenene örnek verilebilir.

Yani AKP'nin öncülük ettiği süreçlerin Türkiye'yi yakın coğrafyalarda dış savaşlara ve bir iç savaşa sürükleme olasılığı hafife alınamaz.

Özetle hükümetin emeğin daha yüksek oranda sömürülmesini öngören icraatının dışındaki politikalarının, sermaye sınıfını ve düzenin bütününü temsil yeteneği yoktur. Bu yeteneğin zamanla edinilmesi olasılığı da yoktur...

"İstikrar" lakabı takılan ekonomik genişleme yıllarında geleneksel büyük burjuvazinin çıkarları ile AKP'nin organik ilişki içinde bulunduğu (yine büyük) sermaye fraksiyonlarının çıkarları uyumlulaştırılabildi. Zaman zaman çeşitli dolayımlar üzerinden kendini gösteren gerilimler oldu elbette. Ama bu tür paylaşım anlaşmazlıkları yağma pastasının büyümekte olduğu konjonktürde tolere edilmiştir.

Şimdiki daralma ortamında AKP'nin geleneksel sermaye gruplarından ziyade "kan kardeşleri"ne yaslanması beklenmelidir. Bir önceki dönemde önemi sınırlı olan burjuvazi içi çelişkilerin bir paylaşım savaşına dönmesi, bu kriz ortamında, sanırım kaçınılmaz olacak. AKP hakem değil taraf rolüne oturacak.

Bunun karşı tarafı da var: Ekonomik kriz faturasının önemli bir bölümünün mevcut hükümetin üstüne yıkılması, düzen açısından her zaman bir emniyet supabıdır. Olası sosyal patlamaların düzenin uzuvlarından yalnızca birine yönelmesi, kaynayan kazanın buharını tahliye etmek demektir. Dolayısıyla geleneksel burjuvazinin sorunlar karşısında AKP'yle dayanışmaktan farklı tutum geliştireceğini söyleyebiliriz.

AKP'nin yaslanacağı sermaye gruplarının "krizi fırsat saymak" derken kastettikleri burjuvazinin genel fırsatçılığından farklıdır.

Bu it dalaşı penceresinden bakıldığında da, AKP'nin, temsil ettiği üç başlıkta gaza basmaktan başka bir seçeneğinin olmadığı görülecektir.

AKP, emperyalizme hizmet yarışında geri kalmamak durumundadır. AKP, emeğe saldırıda alternatifsiz olduğunu kanıtlamalıdır. Ve AKP gericiliğe hız vermek zorundadır. Bunlar hem sınıfsal hem de grupçu çıkarların ve fırsatların gereğidir.

AKP bunları yaptıkça yaşadığı kendisini bekleyen gerilemeyi belli sınırların içine hapsetmiş de olacaktır. Ancak korkunun ecele faydası yok. Artık ne kadar emperyalizm, ne kadar emeğe saldırı ve ne kadar gericilik varsa, Türkiye o kadar büyük altüst oluşlara ve dengesizliklere sürüklenecektir.