Ekim’in intikamı

Tarihsel önem dediğimiz öylesine bir laf değildir. Tarihsel öneme sahip olan Büyük Ekim Devrimi kendisine sırt çevirip de hâlâ solcu geçinenleri boşa düşürür. Başlıkta intikam dediğim de budur; bundan ibarettir. Ancak kimileri için, büyük entelektüel diye prezante edilme hazzının ellerinde patlaması yeterince acımasız bir intikamdır.

Ertuğrul Kürkçü bunlardandır ve bu intikamı hak etmiştir.

Aşağıdaki yazıda yeni bir keşif yok. Ekim Devrimi’nin ve devrimin tarihsel kazanımlarının uyduruk laflarla karalanmasına izin vermiyoruz. Hepsi bu. Kürkçü’nün hak ettiği kadarı yani…

*          *          *

Nasıl hak etsin ki? Ekim Devrimi’ni değerlendirmek için İrfan Aktan’la gazeteduvar.com.tr’de yaptıkları söyleşinin daha başında Kürkçü süsleme sanatını deniyor: 72 günlük Paris Komünü ve 72 yıllık Sovyet tarihi ile 7200 yıla yuvarladığı insanlık tarihi arasında bir analoji kuruyor:

“…insanın alt türlerden ayrışarak bir insan toplumu olarak kendisini kurmasının üzerinden 7 bin yıl geçti. Yahut ‘72’lerle devam edersek, 7 bin 200 yıldır varız.”

Tamamen uydurmadır. “İnsanın alt türlerinden ayrışması” diye başlatılacak 7 bin yıllık bir zaman dilimi, kendi uydurduğu sözün cazibesine kapılmaktan başka bir mana taşımaz. Normal koşullarda dikkatli bir okurun söyleşinin daha bu ilk sayfasında “hadi canım sen de” demesi ve zaman harcamayı kesmesi beklenir. İrfan Aktan’ın da sonrasında “ya hocam güzel çakıştırmışsın yedileri ikileri, ama şu 7200’ü çıkartalım biz” diye uyarması…

Uyarmaz, çünkü cahiller okurlarını da cahil varsayarlar.

Zaten öncesi var. Daha Kürkçü konuşmaya başlamazdan önce Aktan yazıyı “sunuyor”:

“Lenin önderliğindeki Sovyetler, savaşlardan ve açlıktan yılmış olan Ruslara başka bir dünyanın kapısını aralarken aynı zamanda insanlık tarihinin yazılacağı yeni bir defteri de yarattılar.”

Belli ki kendi sözünden sarhoş olma problemi yaygın!

Neresini düzeltebiliriz ki?

Devrimi Sovyetler değil Bolşevik Parti yaptı.

Devrim Ruslar için de yapılmadı. Bolşeviklerin önderliğinde işçi sınıfı tarafından Çarlık’ı oluşturan bütün halklar için yapıldı.

“Defter” yaratılır mı, açılır mı; oraya hiç girmeyelim. Yalnızca Bolşevik Parti’yi telaffuz etmeyince insanın eline ne geçer, bunu merak ettiğimi not edeyim.

Cahillik varsayımını sahiplerine bırakıp devam etmek istiyoruz. Ama Aktan “sunmaktan” kendini alamıyor:

“Ancak Lenin sonrasında Stalin-Troçki ayrışmasıyla simgeleşen ihtilaf ve Stalin’in devrimi Rusya hudutlarına hapsederek ‘reel sosyalizm’ deneyimini dayatmasıyla, Sovyetlerin araladığı kapı Rus halklarını tekrar Çarlık düzeninin kalıntılarıyla karşı karşıya bıraktı.”

Rusya hudutları mı? Gürcistan, Ermenistan, Belarus, Ukrayna ve onları izleyecek olan Orta Asya ülkeleri ne oluyor?

Reel sosyalizmi dayatmak mı? Reel olmayan bir sosyalizm mi yaşanmalı, yani realize edilmeli miydi? Çarlık düzeninin kalıntılarıyla karşı karşıya bırakmak? Toprak toplumun malı olunca, hanedan iktidardan inince, Çarlık eskisi ordular yenilgiye uğratılınca… kim kimi neyle nerede bırakıyor?

Bunların tamamı boş laftır ve hakikaten üstünde konuşmaya değmez.

*          *          *

Ama gazeteduvar.com.tr söyleşisinin kahramanı Ertuğrul Kürkçü’dür. Ve kendisi insanlık tarihinin başlangıcına dair anlaşılmaz sözcük oyunlarından daha ağır bir şımarıklığı insanlık tarihinin en ileri atılımı olan 1917 Ekim Devrimi ve onun üstüne inşa edilen sosyalizm kazanımları karşısında ortaya sermektedir.

Bir kere, “Sovyetler Birliği yenilmese Marx yanılmış olurdu” imiş. Bu fantastik değerlendirme ile “Ekim Devriminin yenilgisinden yirmi yıl sonra konuşuyoruz” belirlemesini yan yana getirin ve çıkabilirseniz çıkın işin içinden!

Kürkçü’ye göre 1990’ların başında yenilen devrimdir. Sovyetler Birliği’nin yenilgisi ile Ekim Devriminin yenilgisi birbirinin yerine kullanılabilecek, yani özdeş olaylardır.

Marx nasıl olmuş da doğrulanmıştır?

Zorlamayayım. Bildik hikayedir.

Bir: Ekim Devrimi geri kalmış bir ülkede yapılmış olduğu için kitaba aykırı bulunur. Diyelim ki aykırıydı; devrimci durum ortaya çıkınca devrim yapılmamalı mıydı? İktidarı hedeflemeden siyaset yapanlar o zaman da boldu; görülüyor ki, şimdi de!

İki: Ekim Devrimi ile kurulan iktidar korunduğu ve otuz yıla yakın süreyle ancak tek ülke içinde korunabildiği için, 1917 bir dünya devriminin parçası olmamıştır ve bu nedenle aykırı olduğu iddia edilir. Burada diğer ülkelerde ne olup bittiğine, oraların egemenlerinin devrimi nasıl engellediğine, işçi sınıfı partilerinin doğru ve yanlışlarına yer yoktur. Dünya devrimini, şu geri kalmış ülkenin olmayan işçi sınıfının partisinin yanlış politikaları engellemiştir. Evet, yanlış duymadınız, kendisi yapacaksa ehil görülmeyen Bolşevikler, başkası yapmayınca biricik neden olmaktadırlar.

Bildik anti-sovyet, anti-marksist, anti-leninist hikâye budur ve benim bildiğim kadarıyla yüz yıldır bu saçmalığın etrafında dönüp durmaktadırlar.

Buna göre devrimci bir işçi sınıfı partisi geri kalmış ülkede devrim olanağı yakalandığında pas demelidir. Aptallığın bu kadarı zamanında söylenmiş olduğu, lakin sınıf değiştirip ve burjuvazi adına konuşmayı seçmiş sosyal-demokratlara düştüğü için ek desteklerle gündemde tutulabilirdi. O destek de “geri kalmış ülke devriminin en kısa zamanda bayrağı gelişmiş ülke devrimlerine devretmesidir.”

Bunlar devrimin ihraç edilemeyeceğini, dayatılamayacağını da söylerler ve aslında belli bir bağlamda haklıdırlar. Uluslararası dinamik belirli bir ülkenin iç yapısı tarafından kucaklanmadığı durumda dışsal bir zorlama olarak kalacak ve çok kısa ömürlü sonuçlar verecektir. Ekim Devriminin liderliği Batı Avrupa’da devrim yapamazdı. Ama Alman ve diğer halkların devrimleri zafere ulaşamadı diye suçlanmaktan kurtulamamaktadır Sovyet komünistleri!

Oysa Devrim sonrası politik konjonktürü ve genç sosyalist iktidarın ülkesindeki durumu anlatan çok kaynak vardır ve bu konudaki cehaletin mazereti yoktur. Ekim Devrimini kısa süre sonra Çarlık, emperyalizm ve Bolşeviklerin sağında kalan türlü akımın oluşturduğu bir silahlı saldırı izler. Kim bilir, belki de Bolşeviklerin tarihsel yanlışı yeterince Avrupa devrimi duasına çıkmamak ve Kızıl Ordu kurup iktidarı korumakta inat etmektir! Belki de çok zor koşullarda imzalanan ve esas anlamı devrimci iktidarın dünyaya kabul ettirilmesi olan Brest-Litovsk anlaşmasını imzalamak yerine intihar uçuşu yapmaları gerekiyordu!

Davulun sesi uzaktan hoş gelebilir, ama “dünya devrimi olmayınca, günübirlik, pragmatist çözümler, tarihselci çözümlerin önüne geçti” diye ahkam kesme hakkı kimseye vergi değildir. Bu ne edepsizliktir ki, birtakım kendinden menkul entelektüeller görülmemiş kamulaştırmaları, emperyalist diplomasinin belgelerinin ifşa edildiği benzersiz dış politika pratiklerini, karşı-devrimin tepelenmesini, seçme ve seçilmenin mülkiyet ve cinsiyet kısıtlarından kurtarılmasını, planlama ve sanayileşmeyi, yeniden üstüne çullanmayı bekleyen emperyalist dünyaya karşı askeri hazırlığı pragmatizm saymaktadırlar.

Abartmıyorum; Ertuğrul Kürkçü günübirlik ve pragmatist bulduğu politikaları “ordumuzu kuvvetlendirelim, sanayimizi güçlendirelim” diye örneklendirmiştir. İrfan Aktan da bant çözümünü gözden geçirdiğinde bir telefon açıp “ya hocam, burada maksadı biraz aşmışız, sonra bizi tefe koymasınlar” dememiştir.

Ekim Devriminin 100. yılında sosyalizmin ordusunu ve sanayisini güçlendirmesini eleştiri konusu yapmak, olsa olsa reel sosyalizm 72 yıl sürmesin, 7 virgül 2 saatte çöksün diye dilek tutmaktır.

*          *          *

Cahiller ve uydurukçular, bir de Lenin’i rahat bırakmalıdırlar. Lenin’den ekmek çıkmaz. Dünya devriminin kıvılcımı olmaktan başka bir isteği olmadığı iddia edilen Lenin daha Ne Yapmalı’da şunları yazmıştı:

“Tarihin bugün önümüze koyduğu en acil görev, başka herhangi bir ülkenin en acil görevinden çok daha devrimci niteliktedir. Bu görevin yerine getirilmesi, yalnızca Avrupa'nın değil, aynı zamanda (artık söyleyebiliriz) Asya gericiliğinin de en kudretli mevzisinin yok edilmesi, Rus proletaryasını uluslararası devrimci proletaryanın öncüsü haline getirecektir.”

Bakın şu Lenin’e; daha 1901’in Rusya’sında, yani 1917’ye göre defalarca daha geri bir ülkede devrim yapmaktan, koca koca gelişmiş ülkelerin proletaryalarına öncülük etmekten söz etmektedir!

İrfan Aktan, Ertuğrul Kürkçü,

Lenin’i rahat bırakın!

Veya Lenin’in ölümünden az önce “Çarlık makinasını devraldık ve yağladık” diye günah çıkarttığı kaynağı açıkça gösterin. Benim bildiğim, 23 Ocak 1923 tarihinde 12. Parti Kongresine bir öneri olarak yazdığı kısa yazı var. “İşçi ve Köylü Denetimini Nasıl Yeniden Örgütlemeliyiz” başlığını taşıyan bu yazısında Lenin şöyle demektedir:

“Dış İşleri Halk Komiserliği istisna olmak üzere, devlet aygıtımız kayda değer ölçüde geçmişin hayatta kalmış bir halidir ve ciddi bir değişim geçirdiğini söylemek güçtür. Yalnızca yüzeyde hafif biçimde dokunulmuştur, ama diğer tüm açılardan eski devlet makinesinin en tipik bir kalıntısıdır. Bu durumda devlet aygıtımızı hakikaten yenilemek için, İç Savaş deneyimimize dönmek zorunda olduğumuzu düşünüyorum.

“İç Savaşın en kritik anında nasıl hareket ettik?

“En iyi Parti güçlerimizi Kızıl Ordu’da yoğunlaştırdık; işçilerimizin en iyilerini harekete geçirdik; diktatörlüğümüzün en derin kökleri için yeni güçler aradık.

“İşçi ve Köylü Denetimini yeniden örgütlemenin araçlarını bulmak için de aynı kaynağa gitmemiz gerektiği kanısındayım. On İkinci Parti Kongremize Merkezi Kontrol Komisyonumuzun belli bir oranda genişletilmesi temelinde aşağıdaki reorganizasyon planını benimsemeyi tavsiye ediyorum.”

Kim neyi yağlamış? Bu ne ciddiyetsizliktir? Lenin işçi ve köylülerin devlet mekanizmalarındaki denetleyici rolünü güçlendirmek için bir plan öneriyor. Günah falan çıkartmıyor. Çareyi “çok ülkede sosyalizmde” de aramıyor. Cahillerin Lenin’i sobelediklerini sandıkları noktada o denetimi arttırmak için gayet reel bir plan yazıyor!

Bitmiyor. Kürkçü Sovyet sosyalizminin başarısızlığını “fetihçi halklara” benzetiyor. Kendinden üstün bir kültüre sahip bir ülkeyi fetheden ve o üstün kültüre boyun eğen bir fetihçi halk!

Aktan yine frene değil gaza basıyor ve Çarlık Rusya’nın kültürünün Sovyetlerin kültüründen daha mı üstün olduğunu soruyor! Kürkçü’nün yanıtını aktarmak durumundayım:

“Lenin, daha yüksek bir kültürü ortaya çıkaramadıklarını tespit ediyordu. Kapitalizmi nihai olarak yenmek için, onun en gelişmiş olduğu yerlerde bir devrimin gerçekleşmesi gerekiyordu. Rusya’da Çarlığı yenmiş olabilirdiniz ama milyonlarca köylüden oluşan bir toplumu yönetebilmek için yeni hükümetin elinde başka bir mekanizma yoktu.”

Ertuğrul Kürkçü Lenin’i nasıl rahat bırakacak, söyleyeyim. Lenin’in daha yüksek bir kültürü ortaya çıkaramadıklarını tespit ettiğinin uydurma olduğunu kabul edecek veya susacak.

Sovyetler Birliği’nde milyonlarca köylüden oluşan bir toplumu yönetmek için yeni mekanizma kurulmuştur. Lenin bu mekanizmaya “diktatörlüğümüz” demektedir. Yani proletarya diktatörlüğü.

Bu diktatörlük sanayideki ve topraktaki özel mülkiyete son vererek başlar. Başlamıştır.

Büyük bir aydınlanma hamlesiyle sürdürülür. Sürdürülmüştür.

Güçlü bir ordu ve güçlü bir sanayi bu mekanizmanın öncelikleridir. Çarlık köylülüğüyle Sovyetler Birliği’nin köylülüğü arasında özdeşlik kurmak ya cehaletin itirafı ya da okurları cahil saymak anlamına gelir.

Kürkçü reel sosyalizmin koşullara teslimiyetten mustarip olduğunu düşünmektedir. Ekim Devrimi’nden sonraki korunmacı ve statükocu politikaların dünya devriminin önünü kestiği fikrine sürekli geri dönülmektedir.

Öte yandan Sovyetler Birliği’nin çözülmesini bir zorunluluk olarak ortaya koyan da Kürkçü’dür! Stalin dönemindeki ilk günah Gorbaçov’un cennetten kovulmasıyla sonuçlanmaktadır. Veya Nazi Almanya’sıyla savaşta ulaşılan başarı konuşuluyorsa, yanıt “Eğer şu an Sovyetler’in yıkılışının yirmi sekizinci yılındaysak, demek ki başarılı olmamış” biçiminde verilebilmektedir.

Acaba kim zorunluluklara teslim oluyor? Geri bir toplumda işçi sınıfını iktidara getirenler, okulsuz köyler okyanusuna aydınlanma taşıyanlar, sosyalist sanayiyi kurmak için sermaye birikmesini beklemeyenler, kat be kat güçlü emperyalist orduların kuşatmasına karşı anayurt savaşına girişenler mi? Yoksa Sovyetler Birliği bugün yoksa tarihinin de tamamı yanlıştır diyenler mi?

*          *          *

Kürkçü ve Aktan yalnızca Ekim Devrimi ve Sovyetler Birliği’nin değil Türkiye sol tarihinin de cahilidir.

Rusya’yı devrim için elverişsiz sayanların, Cumhuriyet’i önceleyen on yıl boyunca önceki gelişkinliğinin fersah fersah gerisine yuvarlanan Türkiye’de komünistlerin etkisini minimize etme suçunu SBKP’ye fatura etmeleri ilginç bir tezdir. Buna göre SBKP tek ülkede sosyalizmi korumak için TKP’yi pasifize etmiştir!

Emin olun, eğer o dönem TKP iktidarı alacak kadar etkili olmuş olsaydı, Kürkçü ve Aktan “aman” derlerdi, sakın ha, Batı Avrupa’dan önce asla!

Peki söyleşme meraklısı bu kişiler TKP tarihini okuma zahmetine hiç girmişler midir? Kürkçü araya Türkiye’nin içindeki mücadeleleri ekleyerek anti-sovyetizmini daha yutulur hale getirmeye çabalıyor. Ancak Komintern-TKP ilişkileri konusunda gerçekten bir şey bilmediği görülüyor.

Kürkçü’ye göre Komintern TKP’yi dağıtma kararı almış, ama Baraner, Belli ve Kıvılcımlı gibi liderler buna uymayarak “partinin geri kalanını muhafaza etmişlerdir.”

Uzak yakın bir alakası yoktur. 1930’ların ikinci yarısında TKP’de adı geçen üç kişinin oluşturduğu bir başka eğilim söz konusu değildir. Bu isimlerden ilk ikisi desantralizasyonun günah keçisi yapılan Şefik Hüsnü’yle yakın olan veya yakın olmakla övünen kişilerdir. Kürkçü’nün TKP içinde alerji duyduğu isimlerin Zeki Baştımar ve İsmail Bilen olduklarını tahmin edebiliriz. Ancak bu isimlerin yine desantralizasyonla anıldıkları yolunda bir kayıt yoktur.

Bu arada cahil olduğu varsayılan okurun, Baraner, Belli ve Kıvılcımlı “partinin geri kalanı”nı koruduklarına göre esas bölümünün Komintern’in isteği doğrultusunda CHP’ye katıldığını zannetmesi muhtemeldir. Ne yazık ki 1930’larda o boyutlarda bir TKP gövdesi bulunmamaktaydı. Kürkçü de tarih içinde oradan oraya zıplamakta ve TKP’den CHP’ye gidenlere örnek olarak 1927 Tevkifatıyla saf değiştiren ve sonra Kadro dergisini çıkartacak olan Şevket Süreyya Aydemir ve Vedat Nedim Tör isimlerini verebilmektedir. Kadro 1932-34 arasında yayınlanan bir Kemalist dergidir.

Ne oluyor? Komintern TKP’lileri CHP’ye göndermek için 1930’ların ikinci yarısında baskı kuruyor. Bunun üzerine 1920’lerin sonunda bir grup TKP’li CHP’ye gidiyor. Yine bunun üzerine 1951 Tevkifatından sonra TKP’de bazı isimler bütün bu olup bitene karşı partiyi tutuyor!

*          *          *

Cahil, neyi bilmediğini de kestiremez. Bu kapsama Marx ve Engels’in Alman İdeolojisi’nde “yerel komünizmin yenilgiye mahkûm olduğu” saptamasını yapmalarını, yine Marx ve Engels’in “devrimin eşanlılığı” diye bir prensipleri olduğu gibi konuları da kapsamaktadır!

Sıkıldınız, biliyorum. Ben de sıkıldım ve bitireceğim.

Dimitrov’un faşizmi tekelci sermayenin “en gerici” kesimine mal etmesinin de Molotov-Ribbentrop saldırmazlık paktının özeleştirisi anlamına gelmesi Kürkçü’nün tarihe atlattırdığı bir diğer takladır. Sovyetler Birliği sermaye güçlerinin faşistini de demokratını da aynı sepete atıp saldırmazlık anlaşması imzalamış ve dünya devrimini bir kez daha batırmıştı, ya; Dimitrov’un faşizmin “finans kapitalin en gerici, en şoven ve en emperyalist unsurlarının açık terörist diktatörlüğü” olduğu biçimindeki tezi bu günahın çıkartılması için yazılmıştır. Kürkçü tarihi böyle anlatmakta, Britanya ve diğerlerinin Almanya’nın Sovyetler’e saldırmasını delice arzuladıklarını, Sovyetler Birliği’nin anti-Nazi çağrılarını ısrarla karşılıksız bıraktıklarını bilmezden gelmektedir.

Neyse; üzgünüm ama Dimitrov’la anılan tez de 1933’te Komintern’in bir toplantısında karar haline getirilmiştir. Böylece 1933’te özeleştirisi verilen Sovyet-Nazi saldırmazlık paktı bundan altı yıl sonra, 1939’da imzalanır.

Kimse kusura bakmasın, meydan boş değildir.