Dışarısı - içerisi

Dış dinamiklerin ülkeyi ileriye, yani sola taşıması nasıl gerçekleşir? Dışarısı sol çekince içerisi de peşinden mi gider?

Daha önce Arap ülkelerinde, Yunanistan’da devrim yaşandığını, o kadar olmasa bile aradığı mutluluğu oralarda bulacağını sananları üzmüş olabiliriz… Gerçek dünyaya çağırmaya devam edeceğiz.

Bugün, diyelim ki, dışarısı gerçekten de sola dönüyor… olsun. Burada da çiçekler açacak diye bir kural nerede yazıyor?

Başka zaman başka yerde mümkün olabilir. Farklı bağlamlarda uluslararası etkilerin ilerletici olmasına kuşkusuz rastlanabilir. “İstisna kuralı bozmaz” demeyeceğim; “aman ferahlatıcı rüzgarlar yanıltmasın” diyeceğim…

Türkiye’nin son yüz yılda ileriye hamle yaptığı bir moment Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet idi. Doğal olarak dönemin Sovyet faktörüne bakmak durumundayız. Sovyet devrimi Türkiye’yi ne ölçüde sola çekti?

Sovyet dostluğunun, Türkiye’nin, daha önce Batılı emperyalistlerin üstünü çizdiği varlığını yeniden tesis etmesinde çok kritik rol oynadığı açık. Savaş sırasında doğrudan (silah, para, siyasi izolasyonun kırılması…) ve bağımsızlığın dünyaya tescil ettirilmesinde hem doğrudan hem dolaylı olarak ilk sosyalist devletin katkısı vardır.

Hal böyle diye sol olarak ferahlamış olduk mu peki?

“Bir yanım deryada çalkanır”ken nasıl olacak bu iş? Bir kapıdan Sovyet kent plancıları, sinemacıları girerken, bir başka kapıdan işçi sınıfı örgütleri dışarı sürülmüş. Dış dinamik iç dinamiklerle ters yönlü siyasal sonuçlar vermiş yani.

Sonra büyük insanlık faşizmi yenilgiye uğratır. Kapitalizmin en iğrenç ürününü ezmiş dış dinamik; ilk bakışta içeriyi de “uçuracağı” akla yatkın geliyor, değil mi?

1945-46 itibariyle yüzü sola, sosyalizme dönük, arkasında Sovyetlerin ve Kızıl Ordunun itibarı, engellenemez bir demokrasi sahnesi kuruluyor sandı solcular. Soğuk Savaşa demokrasi deniyormuş meğer ve çok partili parlamenter rejim görülmemiş bir gericiliğe sahne olabiliyormuş. Kızıl sendikalarımızın ömrü altı ayda kaldı. İşçi sınıfı partisine açık alana çıkma olanağı verilmedi. TKP 1950’lerde büyük baskılarla likide edildi.

1960’larda ve hatta 70’lerde onlarca ülke emperyalizme karşı bağımsızlığını kazandı. Bunların önemli bölümü sosyalizme yöneldi. Küba’da, Vietnam’da devrimler zafere yürüdü… Dışarıda çiçekler açarken Türkiye egemen güçleri giderek gözü karartıyorlardı. Darbe yapmaya karar verdiler!

İstisna değil, kural: Dışarısı, içerideki bize pek yaramıyor…

Son zamanlarda dünyada ne yaşandığı konusunda solda derin anlaşmazlık var. Neo-liberalizmi kapitalizmin demokratikleşmesi, emperyalist savaşı eski rejimlerden kurtuluş, Arap Baharını devrim, Syriza’nın yükselişini demokratik Avrupa’nın şafağı sananlar var bir tarafta. Sadece mutluluk arayanlar bir yana, bir kısmı bu yolla sömürü düzenini perdelediklerinin, emperyalizmi akladıklarının da farkında pekala.

Geçin onları bir kalem; Sovyet devriminin, zamanında bağımsız ve kemalist bir Türkiye’yi sosyalizm isteyenlere tercih edişi gibi, bugün de sosyalist birikimin çeşitli unsurları kısmi kazanımlara yatırım yapabiliyorlar. Küba için zaman zaman ABD’ye karşı AB, ya da İşçi Partili Brezilya tercih nedeni olmadı mı? Aynı AB örneğin Yunanistan’ın canını çıkarmakla meşguldü; Brezilya’da 2013 yazında ülke alt üst oluyor, solcu hükümet kitlelerle karşı karşıya geliyordu... İşçi sınıfının yirmi yıldır dibe vurduğu Avrupa’da bazı komünist partiler yerel yönetimlerde, parlamentoda elde ettikleri kısmi kazanımları biriktirmeye devam edecekleri bir ilerici huzur ortamı istiyorlar belli ki.

Derim ki, dışarıdan rüzgar esip burada yelken şişirmesini beklemenin manası yok.

Hatta buna ihtiyaç da yok. Türkiye oturup hava durumu tahmini yapmayı değil devrimci olanakları kovalamayı hak eden bir ülke…