Devrimcilik

Her dönem kendi devrimciliğini şekillendirir. Başka dönemlerin örneklerini bir kenara bırakacağım. Türkiye solunun 1990'larda yeniden biçimlendirdiği ve bizim de ister istemez paylaştığımız devrimcilik türüne kendi içimizde “dışavurumculuk” diyorduk. İçsel bir devrimciliğin sembollere sık referansta bulunan dışa vurumu.

En uç örneğini ilk seçim mitinglerimizden birinde sergilemiştik. Mitingimize halk katılımı o güne kadar yaşadığımız en yüksek orandaydı ve biz o topluluğa Enternasyonal çalmıştık. Olmamıştı tabi ki!

Enternasyonal bizim sahip olabileceğimiz en güzel sembollerden biridir belki en güzeli. O bile, seçim politikalarımızı, o konudaki sözümüzü merak edenlere “vay be, ne güzel şarkıları var bu komünistlerin” dedirtemezdi. Tam tersine araya bir bariyer örmüş oluyorduk. Saygı duruşundaki komünistlerden oluşan bir bariyer.

Her zaman böyle olmak zorunda değildir. Enternasyonal bir toplumun ulusal marşı da olmuştur bu dünyada. Yeniden olur bakarsınız... Yani bizim sembollerimizin toplumsallaşma, bize ait olmanın ötesine geçme şans ve olasılığı vardır.

Ancak bu, yenilgi dönemlerinin özelliklerinden biri değildir. Yenilgi döneminde, durumu değiştirmeye çalışırsınız.

İzole olarak mı?

Binlerce öğrencinin kayıtsız veya tedirgin bakıp geçtiği kıpkızıl bir kortej kampüste yürür. Nereye gider o kortej, artan seyircisi ve katılımcısı olamıyorsa?

Bir avuç ileri işçi haklı taleplerle direnişi örgütler. Kredi kartı, çocuğunun kaydı, babasının ilaçları arasına sıkışmış durumdaki, biraz gerideki arkadaşlarını tutup kollarından ileri mi çeker, yoksa grev kırıcısı olmaya mı iter, direniş?

Bu macera yaşandı. Sonuçları da ortaya çıktı. Sonbahar filminin “kahraman çocuklar”ıdır sonuç. Kıyıma uğrayan, geleceğe uzanamayan, yorgun... Sanat uçları gösterdiği için çarpıcıdır zaten.

Gerçek hayatta, diyelim, işler o kadar çarpıcı olmasın...

Diyebilir misiniz?

Krize rağmen tıpayı yerinden oynatamayan bir sol. Bu halk ne zaman isyan edecek diye şaşıran bir sol. Binlerce kişilik toplumsallıklarda onlu sayılara sahip örgütler olarak birbirleriyle rekabette bir sol.

Hadi, hakkımızı yemeyelim, bazen diğerlerinin toplamı kadar “kalabalığı” bir araya getiren, tıpayı kıpırdatıp duran, yavaş da olsa büyümesini, örgütlenmesini hep sürdüren bir parti.

Yetmiyor ve Türkiye, izolasyondan keyif alan tuhaf solcu türünden, kuşatmayı “kırarsa bunlar kırar” dedirten ve umut veren partiye kadar bütün solun büyüme ivmesinden daha hızlı tükeniyor. Adeta toprak kayıyor ve sol kayan toprağın üzerinde yanlış, eksik veya umutlu işler yapıyor. Toprağın kaymasını engelleyecek ölçüde kök salmak...

Mesele budur ve meseleyi bu şekilde kavramadan yapacak bir şey de yoktur. Solda, devrimci dışavurumculuk, Türkiye hızla kaymasa, bir sempatinin konusu olabilirdi. Bugün devrimciliğin önünde engeldir.

Devrimcilik yüzeysel ve biçimsel ölçütlerden kurtarılmalıdır. Devrimcilik Türkiye toplumunu saran karanlık ağlara meydan okumakla olur. O ağlarla aynı ringe çıkmaktır devrimcilik. Yoksa çok bilgili olmadığını bildiğimiz halkımız aptal değildir, ve kimin kimleri temsil ettiğini görmekte, sezmektedir.

2009 sonbahar başında devrimcilik “sel bölgesinde devlet yok ama komünistler var” dedirtmektir. Her örnekte, mümkün olan her konuda. Devrimcilik memleketinden bin kilometre öteye okumaya giden gencin tarikat yurtlarına düşürülmesini önlemek için bir başka toplumsal ağ kurmaktır. Devrimcilik “yaşasın sosyalizm” diye slogan atıp kaçmak değil, toplumun dokularına nüfuz etmektir.

Belki daha az sloganla. Ama çok daha büyük bir emekle, kolayına kaçmadan, kuşkusuz çok daha sağlam örülmüş bir disiplinle...